Temmuz 15, 2011

Deli, dedi: ... -4-

Sonra işte kapı çaldı. Duymazlıktan gelmenin imkanı yoktu, zilin sesi açtırıcı ölçüde tırmalayıcıydı. Hala da öyle, gelirseniz kayıtsız kalamam. Neyse, açtım. "Çayın var mı" dedi ki yoktu. Yani vardı da kuruydu. Alım gücü endeks şeysine gelmediği de kesindi, niyeti belliydi; durumun idrakındaydım ve haliyle, kuru çayı vardan saymadım. Çay var demedim. Yok da demedim. Bira vardı, desem tam sırasıydı, ıslak ve gazlıydı.
Öyle dedim.
Eyvallahı hazırdı.
Girdi.
Oturdu. "Aç bi bira" dedi. Hakkı vardı, kapıdan sonra bi biranın lafı olmazdı; açtım.
"Ne bu hüzün yüzündeki" dedi. Soru o kadar zeminsiz ve zamansızdı ki, böyle durumlarda en münasip tavır cevap vermektir. Verdim. "Safra kesesi" dedim. Sonra düşündüm, keşke rüşeym deseydim, daha güzeldi. Serbülent de iyi olurdu esasen, demesi çok şenlikli. Ama bilirsiniz, tanımadığınız insanlarla bir anda sıkı fıkı olmak doğru olmaz ve gevezelik etmek sıkı fıkılık gibi birşeydir. Ben de fazla ses etmedim. O arada, yani sıkı fıkılık müessesesini düşünürken aklıma "fıkıh" geldi; allam ne kadar genizliydi...Karşıma çıkan ilk zeminsiz ve zamansız soruya bu cevabı vermeye karar verdim.
"Ne bu hüzün yüzündeki" diye tekrar etti. Sanırım tanımadığı insanlarla münasebet konusunda benimle aynı fikirde değildi.
"Hüznü yüzüme kitlemek isterdim, oysa aklı olan heryerim acıyor benim" dedi. Evet, deliydi.Bilirsiniz işte, aklı akıp heryerine nüfus etmişti.

"Aklı olan heryerim acıyor benim" dedi.