Kapıdan içeri girmemle kollarımı sıkıca kavrayıp beni duvara dayaması bir oldu. Nefesindeki vişneli şurup kokusunu bu kadar net aldığıma göre demek ki ağız boşluğu burnum direği dibindeydi. Ortalık o kadar karanlıktı ki aramızdaki mesafeyi ancak koklayarak ölçebiliyordum. Bilekleri, aldatılmış bir boğanın boynunu boynuzuna bile değmeden kıracak güçteydi ve bu durumda yapılabilecek bir tek şey vardı, çaresiz, yaptım: Beni öpmesinden korktum. Oysa korkulacak daha hayati başlıklar varmış, konuşmaya başladığında anladım:
"Yeterince ağlarsam bu korkunç cinayeti temizleyebilir miyim?" dedi.
Korktuğum başıma gelmemişti, evet, fakat daha esaslı problemlerim olduğu kesindi: Bu deli, korkmaya bile fırsat bulamadan, beni buracıkta kesecekti. Kendime rahmet dilemeden önce "hayat ne garip..." diye düşündüm. Fakat açık ki bunu düşünecek an değildi. Az sonra veda edeceğim hayata son dakikada bok atmak kıçımı kurtarmaya yetmeyecekti. Temizlemeye and içtiği ilk şey "bu"diyerek bana işaret ettiğinden emin olduğum o korkunç cinayet, ikincisiyse, bu vesileyle, bendim.
İdrak ile idrar böyle hallerde hemen hemen aynı şey oluyormuş, en azından zamanlama itibariyle. İdrak etmemle idrar kaçırmam üç aşşa beş yukarı aynı saniyelere denk gelmişti. Giderayak birşey daha öğrenmiştim. Öğrenmemiş olmayı yeğlerdim. Yeğleyecek kadar vaktim kalmadığından emindim.
"Yeterince ağlarsam bu korkunç cinayeti temizleyebilir miyim?" dedi bir kez daha. Yanıldığımı düşündüm, korkmaya bile fırsat vermeden değil, aksine, düpedüz korkudan öldürecekti bu beni. "Yeterince ağlarsam" dedi. Ağlayamadı ama. Belki de ağladı ve fakat gözlerindeki alaz gözyaşlarını buharlaştırdı, görünmez kıldı. Çünkü ağlamak gözyaşıyla açıklanabilir birşey değildir herzaman... Aklımdan geçenleri anlamışcasına "göz bu denli kızgınken gözyaşı görünmüyor" dedi. Haklıydı; ortalık o kadar sıcakken ağladığını görmek mümkün değildi. Koklamayı denedim fakat vişneli şurup ağladığına dair delil teşkil etmedi.
Kurbanını öldürürmek üzereyken ağlaması da akla yatkın gelmedi. İnsanın katiliyle arkasından ağlayanının aynı kişi olması garipti. Tabii ya, evet, bu kadar basitti: Bu it ya hakkaten ağlamıyordu ya da beni kesmeyecekti.
"Ağlıyor musun?" diye sordum. Ortalık o kadar karanlık ve gözleri o kadar yanmıştı ki, varsa eğer, gözyaşlarını ancak kulaklarımla hissedebilirdim. Sağolsun; kulakları yerindeydi, duymazdan gelmedi:
"Ağlıyorum ama yeterince değil"dedi.
Elleri o kadardır kollarımda; kollarım o kadar mor ve ortalık o kadar karanlıktı ki morarmayı ancak acıyarak anlayabilirdim.
"Canını yaktım, ama inan bana böylesi daha iyi" dedi.
Sonra tekrar etti:
"Yeterince ağlarsam bu korkunç cinayeti temizleyebilir miyim?"
"Eğer,
yeterince
ağlarsam..."
Öyle dedi.
"Yeterince ağlarsam bu korkunç cinayeti temizleyebilir miyim?" dedi.
Korktuğum başıma gelmemişti, evet, fakat daha esaslı problemlerim olduğu kesindi: Bu deli, korkmaya bile fırsat bulamadan, beni buracıkta kesecekti. Kendime rahmet dilemeden önce "hayat ne garip..." diye düşündüm. Fakat açık ki bunu düşünecek an değildi. Az sonra veda edeceğim hayata son dakikada bok atmak kıçımı kurtarmaya yetmeyecekti. Temizlemeye and içtiği ilk şey "bu"diyerek bana işaret ettiğinden emin olduğum o korkunç cinayet, ikincisiyse, bu vesileyle, bendim.
İdrak ile idrar böyle hallerde hemen hemen aynı şey oluyormuş, en azından zamanlama itibariyle. İdrak etmemle idrar kaçırmam üç aşşa beş yukarı aynı saniyelere denk gelmişti. Giderayak birşey daha öğrenmiştim. Öğrenmemiş olmayı yeğlerdim. Yeğleyecek kadar vaktim kalmadığından emindim.
"Yeterince ağlarsam bu korkunç cinayeti temizleyebilir miyim?" dedi bir kez daha. Yanıldığımı düşündüm, korkmaya bile fırsat vermeden değil, aksine, düpedüz korkudan öldürecekti bu beni. "Yeterince ağlarsam" dedi. Ağlayamadı ama. Belki de ağladı ve fakat gözlerindeki alaz gözyaşlarını buharlaştırdı, görünmez kıldı. Çünkü ağlamak gözyaşıyla açıklanabilir birşey değildir herzaman... Aklımdan geçenleri anlamışcasına "göz bu denli kızgınken gözyaşı görünmüyor" dedi. Haklıydı; ortalık o kadar sıcakken ağladığını görmek mümkün değildi. Koklamayı denedim fakat vişneli şurup ağladığına dair delil teşkil etmedi.
Kurbanını öldürürmek üzereyken ağlaması da akla yatkın gelmedi. İnsanın katiliyle arkasından ağlayanının aynı kişi olması garipti. Tabii ya, evet, bu kadar basitti: Bu it ya hakkaten ağlamıyordu ya da beni kesmeyecekti.
"Ağlıyor musun?" diye sordum. Ortalık o kadar karanlık ve gözleri o kadar yanmıştı ki, varsa eğer, gözyaşlarını ancak kulaklarımla hissedebilirdim. Sağolsun; kulakları yerindeydi, duymazdan gelmedi:
"Ağlıyorum ama yeterince değil"dedi.
Elleri o kadardır kollarımda; kollarım o kadar mor ve ortalık o kadar karanlıktı ki morarmayı ancak acıyarak anlayabilirdim.
"Canını yaktım, ama inan bana böylesi daha iyi" dedi.
Sonra tekrar etti:
"Yeterince ağlarsam bu korkunç cinayeti temizleyebilir miyim?"
"Eğer,
yeterince
ağlarsam..."
Öyle dedi.
2 yorum:
Bu da mesela. Olum seriyi peşpeşe okuyunca süper oluyor.
seriyi peşpeşe deşince de güzel oluyo diyorlar da henüz deneyim etmedim.
Yorum Gönder