Anlatmak istediğim bi iki şey var. Sanırım gerçek değiller. Zaten ben de anlatmıyorum. Anlatıyor olduğumu görümsüyorum. Doğru okudunuz, görümsemek diyorum, kafa benim değil mi, şimdi uydurudum. Buraya takılmayın, neticede hep şekil bunlar, esasa girelim. Diyorum ki, gördüğün hayalse ve bu haliyle vukuudan daha gerçekse, aklı karışıyor insanın. Akıl karışıklığını bi milim ipleyecek olsam kafa üstü çakılacağım kıldan ince bir şerittten bildiriyorum:
Onu tanıdığım anı düşünüyorum...
Onun varlığı ya da tanışıklığımız hususunda sizi temin edemem fakat takdir edersiniz ki düş görmek için teminata gerek yoktur. Dahası anlatmak için de kefile gerek yoktur, bu yüzden o yalanlamaya kalksa bile size bu hikayeyi anlatabilirim:
Onunla nüfus müdürlüğünde tanıştık, bu konuda, eğer istediğiniz buysa, sizi temin edebilirim. Çünkü insanların kendilerini nüfustan sildirmek için vapur işletmelerine başvurmaları görüldük şey değildir ve onun talebi kelimesi kelimesine buydu. Bu arzuhalini kulaklarımla duydum. Kabul ediyorum, kulaklarımla duymak, tek başına, beni güvenilir kılmaz. Fakat insan anatomisinin sadece buna izin vermesi de beni yalancı yapmaz.
Öyle, testi gibi sıralanmışız, tam önümde ayakta duruyor. Bir ilginçliği yok, hepimiz gibi sıra bekliyor. Çünkü sıra, çoğunlukla ayakta beklenen bir şeydir. Beklemek, bekleyeni, gelmemek ihtimali ile muma çevirir. Herneyse, sıra ona geliyor, bankonun üzerinden eğilip, "size nasıl yardımcı olabilirim" diyen memureye "rica etsem beni nüfustan siler misiniz?" diyor. O kadar kibar söylüyor ki bunu, sadece bu kibarlık bile karşılığında "oha" desibellik bir şaşkınlık hakediyor. Gel gör ki, memurede deformasyon profesyonel, gözünü bile kırpmadan çok boşluklu bir form uzatıyor.
Kendini boğmak niyetindeki kişinin, köprüye ogs'siz geçiş yapamaması, sizce de acıklı değil mi?
Bence öyle ama acıklanmanın zamanı değil, zira hikaye burada bir şamar yiyor, çünkü dönüp bana "kaleminiz var mı" diye soruyor. Şaka mı lan bu, kalemi olmayan kahraman mı olur! Onu orda boğasım geliyor, hikayenin ağzına sıçıyor. Boğamıyorum
Boğulasım geliyor, olmuyor.
"Ölür müsün öldürür müsün" sorsunun, neyse ki gerçek bir soru olmadığını kavrıyor, bicevap kalışıma gönül rahatlığıyla, boşveriyorum.
Onu boğmayı aklımdan hiç geçirmemiş gibi gülümsüyor; sıramı arkamdakine, kalemimi ona teslim edip formu doldurmasına yardımcı oluyorum.
Hikaye gereği bir forma bürünmem gerektiğini bilsem de, yapamıyorum. Talebe gibi boşluk dolduruyorum.
Kalemimi iade alıp otopsi raporunu imza etmek üzere ceketimin cebine koyuyorum. İntihar notunda izim bulunsun mu istiyorum? Hayır, elbette istemiyorum, bu hikayenin cesedi, o. Ve eğer bir ceset varsa ve ben katil değilsem, öyle gibi görünmek istemiyorum.
O, resmileştirdiği yokluğunu gerçekleştirmek üzere mahalden ayrılıyor.
Rahatlamış görünüyor.
Sıraya dönüyorum.
Sıra bana bir türlü gelmiyor.
Sonra şey oluyor.
İşte şey ve bi iki şey daha ama daha fazlası değil.
Yani çok da acayip şeyler olmuyor, seri dizi mi lan bu, anbean yeni bir dram yaşansın... Adam gitti attı kendini işte. Daha ne olsun.
Gerildim yemin ederim, bu işte, bu kadardı, bitti. Ee, tabii, bunun az evvel biten votkayla da ilgisi yok değil. Yani var. Yani ilgisi. Nokta.
Onu tanıdığım anı düşünüyorum...
Onun varlığı ya da tanışıklığımız hususunda sizi temin edemem fakat takdir edersiniz ki düş görmek için teminata gerek yoktur. Dahası anlatmak için de kefile gerek yoktur, bu yüzden o yalanlamaya kalksa bile size bu hikayeyi anlatabilirim:
Onunla nüfus müdürlüğünde tanıştık, bu konuda, eğer istediğiniz buysa, sizi temin edebilirim. Çünkü insanların kendilerini nüfustan sildirmek için vapur işletmelerine başvurmaları görüldük şey değildir ve onun talebi kelimesi kelimesine buydu. Bu arzuhalini kulaklarımla duydum. Kabul ediyorum, kulaklarımla duymak, tek başına, beni güvenilir kılmaz. Fakat insan anatomisinin sadece buna izin vermesi de beni yalancı yapmaz.
Öyle, testi gibi sıralanmışız, tam önümde ayakta duruyor. Bir ilginçliği yok, hepimiz gibi sıra bekliyor. Çünkü sıra, çoğunlukla ayakta beklenen bir şeydir. Beklemek, bekleyeni, gelmemek ihtimali ile muma çevirir. Herneyse, sıra ona geliyor, bankonun üzerinden eğilip, "size nasıl yardımcı olabilirim" diyen memureye "rica etsem beni nüfustan siler misiniz?" diyor. O kadar kibar söylüyor ki bunu, sadece bu kibarlık bile karşılığında "oha" desibellik bir şaşkınlık hakediyor. Gel gör ki, memurede deformasyon profesyonel, gözünü bile kırpmadan çok boşluklu bir form uzatıyor.
Kendini boğmak niyetindeki kişinin, köprüye ogs'siz geçiş yapamaması, sizce de acıklı değil mi?
Bence öyle ama acıklanmanın zamanı değil, zira hikaye burada bir şamar yiyor, çünkü dönüp bana "kaleminiz var mı" diye soruyor. Şaka mı lan bu, kalemi olmayan kahraman mı olur! Onu orda boğasım geliyor, hikayenin ağzına sıçıyor. Boğamıyorum
Boğulasım geliyor, olmuyor.
"Ölür müsün öldürür müsün" sorsunun, neyse ki gerçek bir soru olmadığını kavrıyor, bicevap kalışıma gönül rahatlığıyla, boşveriyorum.
Onu boğmayı aklımdan hiç geçirmemiş gibi gülümsüyor; sıramı arkamdakine, kalemimi ona teslim edip formu doldurmasına yardımcı oluyorum.
Hikaye gereği bir forma bürünmem gerektiğini bilsem de, yapamıyorum. Talebe gibi boşluk dolduruyorum.
Kalemimi iade alıp otopsi raporunu imza etmek üzere ceketimin cebine koyuyorum. İntihar notunda izim bulunsun mu istiyorum? Hayır, elbette istemiyorum, bu hikayenin cesedi, o. Ve eğer bir ceset varsa ve ben katil değilsem, öyle gibi görünmek istemiyorum.
O, resmileştirdiği yokluğunu gerçekleştirmek üzere mahalden ayrılıyor.
Rahatlamış görünüyor.
Sıraya dönüyorum.
Sıra bana bir türlü gelmiyor.
Sonra şey oluyor.
İşte şey ve bi iki şey daha ama daha fazlası değil.
Yani çok da acayip şeyler olmuyor, seri dizi mi lan bu, anbean yeni bir dram yaşansın... Adam gitti attı kendini işte. Daha ne olsun.
Gerildim yemin ederim, bu işte, bu kadardı, bitti. Ee, tabii, bunun az evvel biten votkayla da ilgisi yok değil. Yani var. Yani ilgisi. Nokta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder