Aralık 23, 2010

Ölünce anlatamadıkların çürür

Sözcüklerle ilgili sorun yaşayacağımı, henüz yaşamaya başlamadan evvel sezdim. Sezgilerim kuvvetlidir fakat aptallığım daha kuvvetlidir. Sezerim ama ummam. Sonra da olur işte ve ben bininci kere, ilk defa tazeliğinde  kendime söverim.

Sözcüklerle ilgili bunalımı da sezdim. Benden kaynaklanmayacağını da sezdim. Anlatımın en küçük birimlerinin anlaşılmak konusunda daha da küçüleceğini önceden bildim. Bravo; sunturlu küfürler kazandım, onları da kendi kendime edecektim. Sözcükleri kendime geçirecektim. Geçiririm çünkü sezgileri iplemesem de kendi sözümü dinlerim.

Bazısı konuşamadıkça yazar, ben konuşamadıkça konuşurum. Başka şeylerden, benle ilgili olmayan şeylerden, mesela çikolatalı baklavanın acaba nasıl yapıldığından... Sonra kimi kız popolarından, benle bağını çoktan koparmış geçmiş zamanlardan... Kimin ne anladığı da önemsizdir ve bu yüzden rahattır çünkü kaygı sözcüğün katilidir. Kaygısız olunca sözcükler canlanır. Duygusuz konuşmaysa, bilirsiniz, sadece konuşmadır.

Karşıdaki katı bencillik bu yanda kaygı üretir. Kaygı her tekrarda, anlatmaya biraz daha üşendirir. Üşenince sözcükler ölür. Ölünce anlatamadıkların çürür, çünkü ölüler genelde gömülür.

Hiç yorum yok: