Ocak 29, 2011

Alıcı his ve sarmısaklı yoğurt

-Günaydın.
-Aa, günaydın, naber, nasılsın?
- Nasıl mıyım? Oldukça zor bir soru bu, inanın hiç bilmiyorum... Bir yerde, yine, bir yanlış oldu. Teknik olamayacak kadar tepici bir hata sinyali alıyorum ve içimden sürekli "sorun sende değil bende" demek geliyor. İşin kötüsü bir önceki cümledeki 'sen' kim, onu da bilmiyorum.
- Anlıyorum... Kendini bu kadar ciddiye alman tuhaf degil mi?
- Tuhaf mı... Hiç sanmıyorum, kesinlikle değil. Hatta bişi diyim mi, konu bu bile değil. Hem alıyorsam da bu kendimle benim problemim. Görüldüğü üzere; problem bende değil, düpedüz kendimde.
-Hayır demek istiyorum ki belki de temel sıkıntı başkalarını pek de ciddiye almamandır?
-Almamanlar mı? Onları fazla bilmiyorum fakat Almanları sevmem ve bunun ırkçılıkla hiç ilgisi yok. Sanırım bunun da konuyla ilgisi yok. Zaten sorun Almanlarda değil, algılamamda.
- Söylediklerimi sadece söylediğim şekilde ele alsan birbirimizi anlayabileceğimizi düşünüyorum.
-Ne demeye çalıştığınızı tam olarak anladığımı sanmıyorum ama 'almak' eylemi ile ilgili esaslı bir sıkıntınız olduğu kesin. Ciddiye almam tuhaf, almamam sıkıntı, başka türlü ele alsam mümkünatlı... Bütün söyleyebileceğiniz bu mu? Ayrıca ben size "siz" derken sizin bana "sen" diye hitap etmeniz de yenilir yutulur şey değil. Alışverişlerinizde hep böyle hafife alma eğilimindeyseniz aldırmanız gereken hacimli habis bir egosal urunuz olduğunu söylemek zorundayım. Erkek olsanız pipiniz küçük derdim ama değil... Yani kadın görünüyorsunuz. Neden öyle baktınız şimdi, lütfen alınmayın, bakın, dilim edepsiz fakat inanın içim temiz. Yani sorun içimde değil dilimde.
- Yo yo hayır, içinizden geldiği gibi konuşabilirsiniz. Bu sizin kendinizi ifade etme biçiminiz ve bunu yargılamak saçmalık olur. Bunu yapmayacağım.
-Aferin! Yani, şey demek istiyorum: çok naziksiniz. Size daha önce ne kadar nazik olduğunuzu söylemiş miydim? Bence söylememiştim; çünkü yukarı baktım, kayıtlarda yok. Fakat sizi temin ederim ki eğer bir sorun varsa nezaketinizin süreksizliğinden değil benim akıl edemememdedir.
- Akıl dediğiniz elektriksel bir devre, diyelim. Öyle düşünün ve onun her yaptığını üstünüze alınmayın.
- Hı hı, evet... Bendeki elektriksel bok kısadevre yaptıysa size hiç değinmeyelim. Kellenizin iki yanında kulak namına iki alıcı taşıyorsunuz. Algıda yanılıp illa her naneyi 'almak'la ilişkilendiriyorsunuz. Aslında bi verseniz, valla rahat edeceksiniz ama burdaki eror o değil. Yani parazit alıcılarınızdan kaynaklanmıyor demek istiyorum, yayın sıkıntılı.
- Küstahlığınızı alınganlığınıza veriyorum. Bu bahsi kapatalım, rica ediyorum.
- O sizin alınganlığınız... Ama bakın alınganlığım vesilesiyle vermeyi de öğrendiniz. Kısa günün karı, yine iyisiniz.
-Size iyi günler hamfendi.
-Bravo, bu usul mü öğretiliyor size asabiyet fakültesinde? Eziklediniz, gittiniz. Yalnız tabi siz beni hor görmeye muktedir değilsiniz, o zat-ı alimin ezikliği.
- Asabiyet fakültesi ne be? Ben mühendisim ve izin veririseniz işe gitmeye çalışıyorum.
-Ben de bijutericiyim ama hiç gerinmiyorum sizin gibi... Haa? Mühendis mi dediniz? İyi ama insan başta bi meslek belirtir, adettendir... Yalnız bi saniye, yoksa size daha önce 'meslek ne' dememiş miydim? Hmm, yok dememişim... İyi o halde, konu hazır buraya bağlanmışken, siz onu benim düşüncesizliğime verin... E peki o zaman... Size iyi günler madem. Ailecek oturmaya da bekleriz.

Ocak 26, 2011

Biraz

Sinemaya gittik biraz. Biraz, lafın gelişi tabii. Çünkü sinemaya biraz gidilmez. Biraz mandalina alınabilmesi fakat biraz cinayet işlenememesi gibi.

Film izledik biraz. Bu biraz teknik olarak mümkün ve doğru. Bir aşk filmiydi ve çok güldük. Aslında aşk filmlerinde çok gülünmemelidir. Az da gülünmemelidir. Mümkünse ağlamak, olmuyorsa, ağlamak amacıyla mahalde bulunanların dikkatlerini dağıtmamak için en azından susmak gerekir. Çünkü aşk böyle birşeydir ve eğer ağlatmıyorsa başka birşeydir. Herneyse, buna rağmen güldük. Öpüşemediğimiz ve konuşamadığımız için iki ağzın aynı anda yapabileceği tek şey buydu. Bu yüzden güldük.

Filmin biraz kötü olması mümkündü ama film aşkınca kötüydü. Yarısında çıktık. Çıkışta, iki ağzın aynı anda aynı şeyi yapmasında bir kötülük bulunmadığını, bize dışarıya kadar refakat etmiş suratsız sinema müdürüne anlatmaya çalıştık. Müdür birazcık bile anlamadı, tek bir ağızdan konuştuğumuz için olabileceğini düşündüm.

Sonra biraz birşeyler yedik. Bir bütün hamburgerin biraz sayılamayacağına karar verip yarısını bıraktım. O yaklaşık 7 bütün tavuk yedi. Buna biraz denilemezdi. Biraz sinirlendim. Ama yetti.
Yaklaşık olarak her konuda birsürü şey eksile eksile yok kadar kalmışken, herbirşey tastamam gibi davranan zatlara, kabul etmem gerekir ki, biraz tahammülsüzleşmiştim.


Bu nedenle kendimi tutamayarak biraz cinayet işledim; bir kısmını öldürdüm yaşayan kısmını oracıkta terkettim.

Yaşanmaz, yapılır.

Geçmişten konuştuk biraz. Evet, tamam 'biraz'dan hayli fazla, 'bütünüyle'den bi'tık az. Geçmişten konuştuk; o kadar ki, demek o kadar da geçmemiş.

Bugünden de konuştuk ama az. Evet sadece biraz.

İnsanlar ortak şeylerden konuşmak sever. Yaşanırken büsbütün ayrı olanlar, geçmişte kaldıklarında topyekün ortaklaşır. Öyle sanıyorum ki anı denilen hadise de bu ortaklık hevesinden kaynaklanır . İşin özü özeti de şu: Anı denilen şey sonradan yapılır.

Anı yaptık. Geçmişin ipliklerini ayıkladık, bize layık bir dizi anı yaptık. Bütünüyle mutlandırıcı şeyler olmadığını itiraf etmeliyim. Karın ağrıtıcı, akıl kaydırıcı, iç gıcıklayıcı, göz yaşartıcı olanları da vardı ve fakat mesele şu ki herbiri bize layıktı. "Bize bunlar layıktı"  da denilebilir, sıkıntı yok. Hatta "siz bunlara layıksınız" bile denilebilir, alınmam. Dürüst omak gerekirse bu kısım yalan, katiyetle alınırım. Alınmakla da kalmam, olay çıkarırım. Ama bilirsiniz, her zaman dürüst olmak gerekmez.

Gerekse bile bunlardan size ne, de mi?
"De" dediginizi duyar gibiyim. Espiri anlayışınıza tüküreyim.
Tüm danalara iyi geceler dilerim.

Ocak 21, 2011

Hissidir_devre_00

“Sana bir şey itiraf etmek istiyorum.
İtiraf mı?
Evet.
İlginç.
Neden?
Hakkında, aksini söyleyebileceğin kadar birşey bilmediğimden. Yani aslında hiçbirşey.
Adamın iri gözlerinde şaşkınlık ve mizah göründü.
Patron sensin. Sen öyle diyorsan… İtirafı boşverelim o zaman...
Sessizlik sonra...
Epey sonra hala sessizlik.
"Ne düşünüyorsun?”la bozulan sessizlik.
“Hiç…”
“Başka bir yerde gibisin. İtirafımdan da caydırdın… Sustun sonra…”
“Konuşmamamı istemezsin bile. Çenem düşüktür benim.”
Sessizlik… Yine ve büyük ölçüde mecburi.
Çünkü mecburiyet, bilememekten kaynaklanır çoğu zaman.
Bilmiyor kadın.
Konuşmuyor.
Konuşamıyor adam.
Bakıyor.
Gözlerinde aynı sabitlik, aynı çekingenlik…
Aynı çocukluk…
Aynı istek... O kadar istekli ki, o kadar istendiğinde hiç kimse yarını düşünemez.

Oysa “yaşlıyım diye mi ilgilenmiyorsun benimle” diye sormuştu bir önceki karşılaşmalarında.
“Yaşlılık mı…” diye düşünmüştü kadın. “Senin gözlerindeki samimi toyluk hiç rastlanmadık türdendi”…

***

Sanırım gitmen gerek.
Saatine baktı:
Sanrım gitmem gerek.
Gülümsedi kadın. Olumlarcasına ve bu olumlamaya “hayat” diye serzenişte bulunurcasına boyun eğdi.
Yanlış bir kavram kullandığım için beni sana söylemek istediğim şeyden alıkoydun. Keşke ‘itiraf’ demeseydim. Belki bir şansım olurdu…
Boş ver sen benim dil kurumu işgüzarlığımı.
“Peki… Öyleyse…”
Kadın aralıktan ışık sezdi. Işığı istedi. Aralığı istediği gibi… Beklercesine sustu. Beklediği hissedilirdi.
Seni gecede bırakamadım. Gün ışındaki görünümünü de merak ediyorum yüzünün…

***
"Sivilcelerim görünüyor güneşte. Daha kötü görünüyorum yani" diyiverdi kadın.
O bildik kadıncık işte. Her ne yapacağını bilemediğinde kurtarıcı bellediği kaba mizaha el attı anında.
Adam düşündü: “Nasıl başa çıkılır bu kadınla? Bu kadar kadın değilmiş gibi davranırken…”

Ocak 14, 2011

Hissidir._01

"...
Bilmiyor kadın.
Konuşmuyor.
Konuşamıyor adam.
Bakıyor.
Gözlerinde aynı sabitlik, aynı çekingenlik…
Aynı çocukluk…
Aynı istek... O kadar istekli ki, o kadar istendiğinde hiç kimse yarını düşünemez.

Oysa "yaşlıyım diye mi ilgilenmiyorsun benimle" diye sormuştu bir önceki karşılaşmalarında.
"Yaşlılık mı…" diye düşünmüştü kadın. "Senin gözlerindeki samimi toyluk hiç rastlanmadık türdendi
…"

Ocak 09, 2011

Hissidir._00

"
...

Bir şey vardı. O an anlamıştı bunu. Yarını olmayacaktı duruma bakılırsa; bunu biliyordu ama böyle hissetmiyordu. Olmamalıydı; çünkü bu öylesine bir eğlenme akşamıydı işte ve hayatının gerçeği bu değildi. Bu da belirleyemezdi hayatını elbette.

Ama bu adamın bakışları, gözlerini ondan hiç ayırmadan, bu bakışlarda bir şey vardı ve biradan daha fazlasıydı…

Göğsünde uyuyakalmıştı gece. Sabaha doğru uyanmış ve onu kanepede bırakarak başka bir yere kıvrılmıştı.

Sabah kalktığında başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Evden ayrılırken, bir ölü kadar sessizdi ya da öyle olduğunu sanıyordu, ona doğru baktı ve yine o bakışlarla karşılaştı. İçkinin etkisi geçmiş olmalıydı ama bakışlar… Bunlar aynıydı.
Konuştular. Beş ya da on dakika kadar kısa bir zamandı ama ne çok konuştular… Ne çok şey anlattı adam. Samimiyetle ve arada “bak bu aramızda kalsın” notu düştüğü şeylerden bile bahsetti. Kimdi kadın? Adam kimdi? Bir önemi var mıydı? Bu yakınlık nereden çıkmıştı? Zamanlar o kadar ayrıydı ki…

Sonra çıktı evden.
Bir yıl önceki gibi gülemedi, gülmek gelmedi içinden. Birkaç gün yok gibi davrandı içinde adamın düşüncesi. Sonunda görmezden gelemedi işte.

...

Sonra o adam…
O adamda bir şey vardı.
Gözü karalığına yanıt vermese de kızamayacağın bir taraf…
Bir beklentisizlik yaratıyordu duruşu, bakışları; o sabit bakışları… Ama belki de yarını düşünmeyecek kadar tatmin ediyordu bu haliyle ve yarın fikri tümüyle önemini yitiriyordu.

...

Kapısı çalınsa yeniden… Hiç beklemediği bir vakit… O sabit bakışlarla karşılaşsa bir kez daha… O serin limon kokusu girse burun deliklerine… Dokunmaya korkarak dokunsa o hünerli eller…
Bir vakit…
Bir gece…
“the sign of humanity’s burning tonight…”
Bütün bildikleri yansa hızla…
O kadar hızla yansa ki ağrı hissetmese…

... "