Şubat 24, 2010

marangoz ve pinokyolar

Budamak: Daha çok ürün almak veya düzgün bir biçim vermek amacıyla ağaç, asma gibi bitkilerin dallarını kesme.

TDK sözlüğünde "Budamak" diye yazınca bu karşılıkla karşılaşıyorsunuz.

Memleket budanıyor zannımca. Kelimenin tam anlamıyla TDK'daki karşılığınca...
***
Cargill adlı pekuluslu tekelin Bursa dolaylarındaki kamu arazisini fabrika olarak kullanması hususunda Danıştay tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararı sonrası başbakanın sözleri geliyor aklıma: "Cargill'le ilgili konuda Başbakan olarak üzgünüm. Bir Başbakan olarak kabul edemiyorum. Bir yatırım yapılacak, yasal düzenleme yapılacak, ondan sonra birkaç kişinin adımıyla kalkıp burada çalışan tezgâhı engelleyeceksiniz. Orada yüzlerce insan çalışıyor, yarin binlerce olacak. Acaba rahatsız olan kim veya neresi? Rahatsız olması gereken varsa benim. Böyle bir kuruluş var her şey olmuş bitmiş. Ön kesiliyor. Bu noktada gayretlerimizi sürdüreceğiz."

Sonuç ne? Lafta 5, eylemde 10 beygir gücü... Danıştay kararı greyder gibi aşılır, Cargill işine devam eder. Tezgah var millete ekmek yediriyor! Danıştay'a mı kalmıştır elalemi ekmeğinden etmek? Düpedüz halk düşmanlığı bu canım. Danıştay kararı greyder gibi aşılır... Mühim olan ekmek, hukuk ne ki, kime ne gerek?

Bu nasıl bir hazımsızlıktır, nasıl bir hakkaniyet duygusu, bu nasıl bir duyarlılıktır... Bu ne kararlılık, ne merhamettir!!! Aman aman... Elin tekelinin fabrikası ciğerini yakmakta kimisinin, bu uğurda ve bu şiddetle onun bunun üstünden geçmekte, ve yine o "kimisi", 70 küsur gündür kendi vatandaşı karda kışta sokakta dert anlatmaya çalışmaktayken "dağıtırım ulennn" şeklinde bir kasımpaşalılık sergilemekte...
 ***
Ya ama azcık insaflı olun, bu tavır kasımpaşalılıktan değil "adalet" duygusundan ve özgürlükçü yapımdan ileri gelmekte:

Devletin sırtından geçinen asalaklar karda kışta soğukta sadece "bir süreliğine" sokakta kalabilme özgürlüğüne sahiptir. Sokakta kalmak zat-ı alilerinin tercihidir, donsalar umrumda değildir. Bi iki gün sonra da şeffaf kolluğum tarafından eşek sudan gelene dek dövülme özgürlüğüne sahiplerdir. Şeffaf ve demokrat olmakla birlikte özgürlükçü de bir yapım var, elden ne gelir...

***

Açık mı? Gayet açık...

***
Şimdi farz et, sen öyle birisin ki, "biri bir yatırım yapacak, yasal düzenleme yapılacak, ondan sonra birkaç kişiyle birlikte senin adımın yüzünden kalkıp burada çalışan tezgâh engellecek."

(Yaşayabilir misin bu vicdan azabıyla, artık kahrolma da ne ol, dibin düşsün seni kalpsiz!)

Bu arada belirteyim o "sen" ve "seninle birlikte olan birkaç kişi" dediğim mahalle esnafı ya da ne bilim Kanarya ve Doğa Kuşları Derneği değil.

Bildiğin bir kurumuz yaw, kişi mişi yok, kurum olmuşuz, danıştay nevinden... Sivil toplum kuruluşu filan da değiliz ha, bildiğin devlet örgütlenmesi dahilinde bir varoluşumuz mevcut. Yalnız şimdi sivil toplum dedim diye gaydırıgubbak kurumlar akla gelmesin; zira küçümsememek gerek; onların da bi kısmı seni beni falakaya yatırır. Malum deniz üstü köpürür. Buna ek olarak o denizin üstünde bir de fenerin varsa aydınlat pirim, danıştay .ok yemiş, sen daha bi kurumsun. Kurum kurum kurul hakkındır. Hakkında hukuk uğruna tepiş yapanı tepelirim özgürlükçü bünyem gereği...

***
Adalet, özgürlük, şeffaflık; asilik, dikbaşlılık ve devamında delikanlılık dediysek de herşeyin bi sınırı var.

Öyle bizim hempaların fabrikasına "hop"  diyecen; işte "tekkeydi zaviyeydi bi soruşturayım" yoluna girecen; bokumuz püsürümüz ortaya serecen...

Biri çıkar, aklı kıttır ve tesadüfen 18 yaş altıdır ve illa ki meczuptur, alıveriri canını. Şimdi mani de olamam, özgürlük var memelektte, elim kolum bağlı.

Bununla birlikte belirtmeliyim ki hukukun kestiği parmak da acımaz.

301'den bi başlarım feleğin şaşar... Bu ülke kurumlarıyla dalga geçebilir misin sen bre cahil!

Ülkenin kurumuyla dalga geçilecekse onu da ben yaparım. Sendeki de işgüzarlık artık. İyi ki de bi "soruşturma" mercisin, amma şımarmışsın, otur bulmaca çöz, perunun başkenti neymiş onu bi sor soruştur, biz kıçımızı yırttık burda ab'ye girecez diye, sen de biraz katkı koy.

Öyle havalara da girme. Neymiş efendim soruşturuyormuş. Ota boka burnunu sok diye komadılar seni oraya, bir dur bi sakin ol. O hukuk hukuk dediğini ben senden daha çok önemsiyorum.Yorulma sen, ben bi durum olursa seni haberdar ederim, cebin kayıtlı bizim cemilde yaw! Yabancı mıyız? Hep bi elden bi iştigal olayındayız. (yalnız kaçtır cumaya gelmiyorsun , gözümden kaçmadı değil)

Derdim zorum hukuk, şeffaflık artı bir de senin iç huzurun... Bişi dersem yap, demezsem idda filan oyna. Bak tüyo da veririm, o konuda cömert ve sözünün arkasında duran inatçı da bir yapım var.

İnatçı olduğum kadar da açıközlüyüm, açık saçık konuşacam:

Dedim dedim, yaptın yaptın. Benim olayım budur kardeşim. Şeyinişey ettiğimin şeyi şeklindedir, anlamayanı eşekler kovalasındır.

Ama ona buna nane olacaksan...

Aklını alırım bilmiş ol! ...sssss  çık aradan, artizliği bırak, o elini de indir. Delikanlılıksa alası var bizde...

Ne olduğunu anlamazsın küt sokuveririm içeri, ergenekonzar, hoşuma gitmeyenlerin kesişim kümesi. Yardakçım, şakşakçımda gırla, valla aalkışlar arasında boylarsın kodesi; hukuk gereği...

Her bir naneyi yemişsin, yok efendim bilmemne tarikatı, yok efendim büyükşehir yolsuzluğu... Bu ülkede hukuk var kardeşim; yıllar yılı yok saydınız, süpersonik hukukseverliğimle işte burda karşınızdayım. Bırak bakim o dosyayı, erzurum kardeşine ver, git sen içerde arkadaşlarınla oyna uslu uslu. Bu ne arsızlık yahu, böyle şey görmedim. Hukuk da hukuk, hukuk da hukuk... Dilim damağım kurudu, titreme geldi sinirden; bi bardak su verin laaa. Kapı  mı kitli? Balyoz vardı bizim korumada???

***

Bence marangozluk pek itibarlı, pek onurlu bi iştir.

Neticede üretimdir, yaratıdır.

Derdim marangoz camiasıyla mahkemelik olmak yahut lince uğramak da değildir.

Yapmaya çalıştığım, aklı şaşmış bilgiçlerimize kaba bir resim çizme çabasıdır. Bir cins körlükse yaşadıkları ve şapşallıkları bu körlükten kelliyse eğer, mütevazi küfrüm mevcudu olabildiğince gözlerine sokma inadımdandır.

Körlük bir yana bu zatların küflü kulaklarında sağırlık da kendini göstermemişse şayet, yapmaya çalıştığım " 'daha çok ürün almak veya düzgün bir biçim vermek amacı' ile budayanlara karşı çıkacak takatiniz yoksa kardeşim, en asgarisinden 'bi susun' "çağrısıdır.

Yahu daha nasıl "daha çok ürün alınır" bilmiyorum, satmadık yer kaldı mı? Nedir yani aynı yeri adile naşit gibi 3 kişiye mi kiraya verecekler?

"düzgün biçim vermek" konusunda daha ne kadar detaylı bir proje hazırlanır? Ergenekon nanesinin 188. dalgasının ilk şüphelisinin sorgusunun 21. dakikasında zat-ı alileriyle uyumsuz ... ağır ceza mahkemesi başkanı tuvalete gitsin, sabuna bassın, düşsün, kafasını yarsın, akli ehliyeti sizlere ömür ve aynı esnada bilmemne savcısı lenfoma olsun, görevden el çeksin, tam da bu sırada kıvır üniversitesinin zıvır rektörü öğrencisiyle odasında uygunsuz halde basılsın ve anın şokuyla rektör kendinden geçerken deniz kuvvetlerinde görevli bilmemne albayı darbe planlıyorken yanlışlıkla planı feysbuk accountunda yayınlasın....

Bu mudur beklediğiniz anlamadım.

Ne zaman şakşakçılıktan cayacaksınız?

Yoksa ülke budanırken, siz de mi budanıyorsunuz?

Pinokyonun aksine yalan söyledikçe burnunuz uzamıyor belki ama pinokyo da maaşlı çalışmıyordu, hepi topu burnu uzuyordu.

Şubat 22, 2010

Junior veterinere gitti ve orda kaldı.

Kötü birşey oldu.

Aslında kafamdaki bu değildi, ama işte hayat... Yani yazmak istediğim başka birşeydi. Bütünüyle başka birşeydi... Benim dışımdakini de fazlasıyla etkileyen ve belirleyen bir toplumsal vaka... Birsürü cümleler hazırlamıştım yolda. Ama şimdi pek keyifsizim ve sanki o kadar da anlatma havamda değilim.

...

Yazmayı düşündüğüm konu hakkında güzel güzelcümleler kurguladığım yol bitince davul gibi ayaklarım, muhtemelen 38 derece civarı ateşim ve artık kronikleşmiş mide bulantımla eve vardım. Pek güzeldi, çünkü evde çok sevdiğim arkadaşlarım da vardı. Onlara anlattım, pek ilgiyle dinlediler, pek memnun olduk topluca..

Ama fark etmiştim. "Bir türlü uyandıramadık" dediklerinde elim ayağım titredi ve ona doğru eğildim, korkudan ödüm patladı, hareketsizdi ama neyse ki nefes alıyordu. Işıktan, dumandan ve gürültütden huzursuzlandığını düşünerek başka bir odaya taşıdım onu. Ama bir tuhaflık vardı ve ben onu öyle gördükten sonraki her saniye bir terslik olduğunu biliyordum.

Bir-iki saat sonra, sohbet bitip odalara geçme vakti gelince yanına koştum. Sesime tepki vermiyordu. Elime aldım, çok zor nefes alıyordu. Uyukusuz, yorgun, hastalıklı ve içime bir dünya uç duygu üflemiş bir cumartesi sonrasıydı. Berbattı...

Şişko hamster çok zor nefes alıyordu.

***

Allahın belası veterinerler rüyamda gördüğüm gibi haftada 6 gün nöbet tutmuyorlardı.

Tüm belediye sınırlarını dolaştık nerdeyse. Ben arkada, üşümesin diye onu pamuklara sarmışım, tutamıyorum kendimi, zırıl zırılım....

Ali önde oturuyor; taksici abi, öncesinde dalga geçiyor sansam da, hakikatli biri ve hızla açık klinik bulabileceğimiz bir yerlere sürüyor.

Sonunda buluyoruz.

Bir işe yaramıyor.

Sabah 6 gibi Junior gidiyor.

Çok küçük, minicik.

Öpüyorum, hala sıcacık. Alamıyoruz klinikten onu, Ali bana sarılmış ve "biz onunla burada vedalaşalım" diyor.
O ödemeyi yaparken dışarı çıkıyorum. O gelmeden tüm hüznümü sokağa salayım istiyorum. Olmuyor.

***

Onun hakkında yazacaktım. Hatta bir giriş yazmıştım; çocukluğumdan beri "tüylü bir hayvanım olsun" takıntımı, annemin bu konuda beni zerrece ciddiye almayışını ve bu nedenle bunun benim içimde nasıl bir "yoksunluk takıntısı" haline geldiğini anlatacaktım ve çok komik olacaktı. Sonra Junior'ı anlatacaktım. Nasıl şapşal ve şişko olduğunu... Onun hakkında ne denli obsesif davrandığımı ve kendisine sunduğum yiyecekler nedeniyle bir veterinerin "hanfendi yalnız unuttuğunuz bişi var, o bir kemirgen ama sizin kendisine böyle davranmanız nedeniyle kemirmeyi unutabilir" dediğini... Yeminin içindeki sert şeyleri ayıklıyordum. Meğer onlar da yeniyormuş.

***

Şimdi yazıyorum işte onun hakkında.

Büyük bir hüzünle yazıyorum.

Utanıyorum, böyle bir dünyada bir "çöl faresi" (bu benim tanımlamam değil, Junior'ı götürdüğümüz veteriner kliniğindeki veterinerin dediği şey bu, o bir hamsterdı ve veteriner ona "çöl faresi" diyordu) için bu kadar üzüldüğüm için utanıyorum.

Ama üzülüyorum.

***

Şimdi annemi daha iyi anlıyorum. Kızındaki duygu fazlasını bildiğinden, film bittiğinde "niye bitti, bitmeseydi yaaaaa"; misafir geldiğinde "niye gidiyorlar, gitmesinler yaaaa; anahtarları da sakladım ayakkabılarını da" diye zırlamamdan gereğince sonuçlar çıkardığndan bir hayvanım olmasına izin vermedi. Zaten bu olmadan bile yeterince bela, ağlak ve takıntılı bir çocuktum.

Ama belki bunu 5 yaşında yaşasam bu kadar sallamazdı beni.

***

Bir daha asla bir hayvanım olmayacak.

Şubat 17, 2010

kızkıza şarap içmek ve öncesi

Kendisine geçen gün "sen de limon ol, oh nane-limon devada son nokta" dedigim bir can dostum var.

Ben de onun candostuyum. O söyledi yani, ben uydurmuyorum.

O da biraz eksik akıllı; bazı konularda benden az bazılarında benden öte deli, ama simdi fazla detay verip kendisinin akademik kariyeriyle oynamak da istemiyorum, zira akademik personel kendisi. (akademik personel ne? "akademik kişisel" gibi... Yoksa "kişisel olarak akademik" mi? Heralde böyledir, daha anlamlı.) Yani neticede kişisel olarak akdemik bir insan.

Bu dana şehirde gün "yetişmeye çalışmak" ve "önemli kısmına yetişememek" amaç ve sonucu arasındaki zaman kesiti bilindiği üzere. Bu nedenle biz sık görüşemeyen iki arkadaş "zorunlu kalırsak görüşürüz" diyerek gündemi filan önceden belirlenmiş haftalık toplantılar yapmaya karar verdik. Konsept ve kaideler zamanla oturacak; işte ne bilim, dışardan katılıma ilişkin kurallarımızdı dedikodu kısmına ayrılacak zamandı filan ilerleyen günlerde netleşecek. Bir de tabi herşeyi baştan belirlemek mümkün olmuyor, kervan yolda düzülüyor bi yerde.

Neyse lafı fazla uzattım. İki gülelim sık görüşelim şiarıyla düzenli toplantılar kalıbına döktüğümüz görüşmelerin ilkinin gerçekleşeceği akşamı sadece planlamak bile bizi bir gerdi... Beni biraz daha fazla gerdi ama onu da gerdi yani, anladim.  Üstelik gideceğimiz yer de belliydi. 
Hepi topu kızkıza şarap içilecek ama olayın detayları adamı canından bezdirir. Bakınız:
***
Limon: kuzuuuuuuu,napıyoruz bu akşammm? bizim planda değişiklik yok dimi?

Ben: yok tatlim ben de simdi sana yazacaktim. kac gibi orda oluruz ki ?rezervasyon ettirmek lazim zira

Limon: valla benim işim yok sen kaç dersen olur..

Ben: simdi iyi ihtimal ben 18.30 da çıksam...he he he... ben ariyim 19.30-20 gibi gelicez diyim. olur?

(İlgili işletme aranır tarafımdan. bir parça heyecan vardır, ne de olsa ilk deneyim)

Ben: aradim ve bu aksam icin "randevu" almak istiyorum dedim.
adam sanki disci.oha ya. 
Bahcede olsun dedim, soguk olur dedi, olsun dedim usumeyiz dedim. bakalim...

Benim adımı diyecen benden önce gidersen. Ama "randevu" lafımdan sonra seni bu ismi soyleyince iceri almayabilirler.

19.30-20.00 gibi sendeyiz discim dedim.

İyi dedi.

Limon: :D yakışıklı olandan alaydın bari randevuyu, çocukla randevulaştın nihayetinde:P

Ben: ya sorma. dilim kopsun.
o kadar da kitap okuyorum ya, nereye gidiyor bu bilgiler nereye???
rezervasyon diyemeyen, anlamini bilen ve fakat cümle icinde kullanamayan da bi insanim.

Limon: alışmadık döt ve don olayındandır o,sonuçta şu ömrü hayatımızda kaç kere rezervasyon yaptırmış insanız,ama onlarca kez randevu almışızdır,dil alışkanlığı,üzülme sen,örneğin ben şu anda proformaya portfolyo diyen hatta demek isteyen ama onu da beceremeyen bi insanım...

Ben: ya di mi ama...
o zaman kitap mitap okumayayim. yasam sitandardim belli. bize lazim olan kelimeleri diyebilsek yeter. otesi de israf zannimca.
ayrica portfolyo daha güzel bence. hatta postfolyo daha da güzel. folyonun postu anlaminda.


Limon: kız bişey diyecem hep bahçede oturuluyo zaten niye soğuk olur demiş yoksa bir fırtına uyarısı yapıldı da haberimiz mi yok...

Ben: valla ben de oyle dusundum.
hatta israr etti adam, "ben icerde o konuda da yardimci olurum size merak etmeyin" filan dedi. ("o konu" dediği sigara mevzuu) ama ben biraz önceki "randevu" salaklığımı dusunmekte olduğumdan, adamın niye israr ettiğine dair sesinde bi tını mını varsa da kavrayamadim. İcerisi diye bu kadar israr ediyorsa randevu lafımdan umutlandı, gözlerden uzak icerilerde sıkıştıracak herhalde beni diye dusunerek ille de bahce dedim.

yanlis mi oldu acaba? usur muyuz ki cok? gerci onu da ima ettim "biz gecen geldik bahcede oturduk ve usumedik, bugun daha mı soguk acaba pazartesiden" dedim, adam "bilmiyorum" dedi.

Sobaları mı kaldırdılar acaba? E niye kaldırıyorlar ki sobaları şimdi? hallamm ya... Bak onu sormayı unuttum. Sorsa mıydım? Ariyim mi bi daha? "o Beybi, az evvel randevulaştıydık fakat aklima takıldı bi cevap ver bu nasil bir işletmecilik anlayışı, karakışta bahçedeki sobaları niye kaldırıyorsunuz?" diyeyim mi?

Ayyy... amma gerildik ha. haftada bi iki bir yerlerde rezervasyon yaptıran insanlar nasıl oluyor da bi telefonla herseyi hallediyorlar? Rezervasyon hayatı kolaylaştırmak, ne bilim işte gittiğin yerde yer bulamamak neticesi yaşanan 8 saat "nereye gitsek" tartışmasına, sokaklarda donmaya, açlıktan ölmeye mahal bırakmayan bir harika uygulama ise bizi niye bu kadar yordu ya?

Uygulama doğru da biz mi uygulayamadık acaba?

ben bu konuyu, aksam, randevulastigim adama bir sorayim.

İşletmeci neticede, bi aciklamasi vardir de mi?

Yoksa simdi mi arayip sorsam?

Ben: Alo, ben baktım hava durumuna, oyle ekstra bi olay yok fırtına mırtına gibi. Adami da ariyim mi bi daha, n'olur n'olmaz?

Limon: kızım yaa,senin yazılarını okumak vapurda uykusuz okumak gibi,herkes tip tip bakıyo bu niye gülüyo diye,akademik bi ortamda karizmamın içine ettin haa:)
boşşer yaa ayakta kalmayız bence:)

Ben: He aferin. Ben boku bokuna kendi kendime mi gerildim gene? Bu ne rahatlık kuzum? Hem ayakta kalir hem de usursek karismam ama bastan soyliyim. "randevuyu alan bu zattir, kendisini de suncacik taniyorsam bana da bi daha sarap vermeyin" der uzarım ortamdan.
Ayrıca sobalar duruyormus.

Limon: : D:D:D
sordun yaniiii:)ayy koptum...
öff hiç gitmesek mi oraya,bakırköyden adamları çağırıp bizi götürürlerse karışmam.

Ben: E, sordum tabi. Iyi etmemisim mi? Bakirköyü de yaktirtmasinlar bana, tedbirli olmanin nesi kotu?
Sen de ayni "bey"im gibisin. Sizi bu rahatlikla daslarlar yakinda, baskici bi iktidar var hatirlatirim.
Yalniz var ya basim agridi resmen gerilmekten. Fazla yasamam ben.

Limon: ya deliiiiiiiiiii,bi kere şunu hatırlatmak isterim ki biz ne zaman gittik de geri döndük ordan, bahçe doluysa yukarı oturturlar, soğuksa soba yaktırırık, hemi de yukarıda sigara içiririz demişler, ee daha nossun.gerilme sakin ol,ben burda çok eğlendim valla sen niye geriliyon:)
sen de aynı benim beyim gibisin hallam yarappim yaa..

Ben: ay canim ya, ben "randevu" gafimdan oturu "yer bulun leaaan" diye cingar cikaramam, "edepli de bi insanim" mesaji vermek icin basim onde ses etmeden durmak zorunda kalırım diye gerildim en cok. yer bulma ve gerekirse cingar cikarma isini sen ustlendiysen bir rahat nefes alabilirim artik.
"ye, ic, gul eglen dostlar" tadindaki balkaymagim, nagmeni yer, ezgini operim senin.
bununla bilikte, beyine sikayet edecem seni, limon sana "gergin" diyo dicem. Arkadaslik geregi bi yerde. o benim cok samimi bir arkadasimdir. Artik bu gece ben diyim 3 sen de 4 sulari arar sikayetimi iletirim. Samimi arkadaslar birbirlerini uygunsuz saatlerde gereksiz yere arayabilirler cünkü.

Limon: evet tatlum cıngar çıkarma işi bana ait,sen rahat ol şu noktadan sonra,gerilecek bişey varsa ben gerilirim senin yerine...
beye de istediğini diyebilirsin zira o saatte muhtemelen yavrucak beton döküyo olacak biraz eğlenmiş olur, amma o zaman ben de aynı esnada senin beyinle sizin gerginlikleriniz üzerine geyik yapıp gülüyo olurummm...

Ben: o beybi, sert olmak mi istiyorsun, tehditlere kadar geldik ha.
senin sorunun ne dostum? rahatla biraz ha? bi kadeh bourbon seni kendine getirecektir.
ay tamam ya, sacma sapanim.
***
Lokum kalpli ve kişisel olarak akademik bir insandır. Bazen randevularına geç kalır ama kadı kızı da değil yani o kadar olur. Lokum kalbi ve akademik teknikleriyle stres alır, inisiyatif alır, sorumluluk alır ve rahatlatır. Esi vardir fakat o manada değil. Esi benzeri yoktur kişisel olarak.

Şubat 13, 2010

computer sana diyorum: ne ayaksın!

Daha evvel bahsettim mi hatırlayamadım ama kesin bahsetmiş olmalıyım zira bu benim alamet-i farikam: Anlamıyorum bu bilgisayar işlerinden. Bir iki siteye üyeyim de benimki fahri üyelik yani, bi aktivite yok, bi bildigim bi sey diyen olursa "yes"e tıklamak. Onu da "aman kimseye ayıp etmeyelim cahilliklen" diyerek ve otomatikman yapıyorum.

En iyi bildiğim bir site olduğunu sandığım feysbuk konusunda aldığım dersle de sınırlarımı kavradım. Netleştirdim.

Eski ve halen ardından yas tuttuğum -ondan sonraki 1 yıl içersinde ofise gelen 4. iş arkadaşımın da bu ay sonu işten ayrılacağı gerçeği sanırım az sonraki duygusallıkta etkili- eski iş arkadaşım, ki burda da arkadaşımdır zat (bkz: hande)sanalı ayrı, reeli ayrı, o biçim bir arkadaşlık işte allahhhh!

Ne diyordum ya... Offf, hem internetten anlama, hem cümle kurama, süpürgelik olsam daha manalı ha! 
Neyse hatırladım, işte yukarıda kendisine bağlanabileceğiniz püsküllü bi kuyruk uzattığım eski iş arkadaşım bi gün ofiste bana "feysbukta online mısın" diye sordu. Böyle bi rahat, bi kendinden emin, sanki "çay koyayım mı" der gibi doğal.

Ben zaten rahat bi tip değilimdir, bir de o soru soruştaki doğallık iyice bi sersemletti beni. 
Durum bu merkezde, aldı beni bir tasa, ne yapacağız şimdi; "o ne ola ki" diyemezsin, "kardeş buraların yabancısıyız şu adresi bi tarif et hele"ye bağlayamazsın, ayol cahil sanırlar; ben bir geril bir geril, tırnaklarımla şeytan tırnaklarımı parçalamalardayım, suratta gelgitli bi sırıtma...

Dedim bu heralde "atomu hangi tuşla parçalıyorduk" onu soruyor. O bir atom mühendisi, ben dolmuş muavini, pozisyon bu. Düşünüyorum acaba Nagazaki, insanlık filan diye söze girsem bir yerlere gelebilir miyiz... 
Baktım saçma olacak, allah ne verdiyse döküldüm. Cahilliği dürüstlükle perdelerize yattım, açık açık sordum: "nenline? onda da mı olunuyor online?" Anlattı sağolsun bu ne menem iştir, ama hatırlamıyorum. Sanırım anlamadım. 

 ***

Bir vesileyle, ki o nasıl bir vesile onu da bilmiyorum zira benim için vahiy gibi birşey, bu zatın yukarıdaki bloguna denk geldim. Bu "denk geldim" yerine "Rast geldim, kazayla önünden geçtim, camdan bağırdı sese baktım" koysanız da anlam değişmez. Yahu dedim bu nasıl şey, fanı manı olmak istiyorum, her yazdığını ilk ben okuyayım istiyorum, coştum. Bir de felaket arkadaşız anlattım, sanal reel, vefa borcu biraz da tabi... Yüce gönüllü de bir insanım. Ama üyelik müyelik bilmiyorum, daha ötesi bir defalık anlatmayla kavrayamıyorum, birazını anlasam gerisini getiremiyorum, her deniz kuzeyde sanıyorum bir karadenizli olarak...

Bildiğin yol en iyisidir şeklinde cehalet örten beylik lafı arkama aldım, mail attım, bunu yapabiliyorum. Dedim "kardeş yeni yazı yazınca bana haber verir misin?" Dedi "follow var, sonra şuraya götürür o seni ardından hep bi güncellik bi güncellik..." Anlamadım. İçimden "yine anarşik anarşik konuşuyor"dedim, ama ona demedim, içten içe dedikodu yaptım. İçten içe dedikodu yaparım ama onu da burda diyecek kadar yüce gönüllü de bir insanım.

Neyse, hikayeyi çözdüm. Kendi kendime... İnsan kendi kendine öğrenince hiç unutmuyor, bana balık verme,balık tutmayı da öğretme, "balık" de, nesli tükenene kadar bi yerlere gelirim herhalde?


***


Şimdiki sıkıntım şu bilgisayarın kendi kendini güncelleme çabası.Debelen babam debelen, sonu hududu yok.  Hayır, kendi halinde bi çaba olsa amenna ama beni de yoruyor. Zırt pırt bişi soruyor, cevap vermezsen boynunu büküp defolup gitmiyor, bi şuursuzluk bi arsızlık. Duruyor orda sinir sinir. "bilmemneyin yeni sürümü mevcut. indirmek ister misiniz?"

Benim cevabım net: "hayır". Ama bu kompozisyon sorusu değil ki, seçenekler var: "Yok şimdi değil" makul geliyor, tıklıyorsun, deyyus, "şimdi değilse ne zaman" diyor. "3 gün sonra hatırlatayım", "3 günü beğenmediysen 1 aya ne dersin", "araları açmayalım 45 günde anlaşalım"... Hadi bunlara katlanılır. Bir de şu var ki çileden çıkmayandan patik örüyorlarmış: "Asla" Nefis de mi? Ha ha! Bi umut "Asla"nın tepesine tıklıyorsun, herşey geride kaldı, bundan böyle herkes mutlu yaşadı pozisyonundasın... Aldığın rahat nefesi atmosfere geri salamadan daha KÜT: "bilmemneyin yeni sürümü mevcut. indirmek ister misiniz?"

Yahu asla ne demek? Bir "asla"nın kaç anlamı olabilir? Ben sizin geniş yorum ekolünüzün taaa içine tüküreyim.

Kaçış yok, yükledin yükledin.


"Şimdi yükle"


TIK!


bıt bıt bıt bıt........kalan saniye 3-2-1...


OHHH, rahata erdim! Mi acaba? 


"Güncelleştirmelerin etkin olabilmesi için bilgisayarın yeniden başlatılması gerekiyor" diyor puşt, bir de utanmadan sana sınır koyuyor: ya "şimdi yeniden başlat"ırsın, ya "daha sonra yeniden başlat"ırsın... Aksi halde zinhar beni kurcalayamazsın! 


Bir iki tıkladım "daha sonra" opsiyonunu, bana mısın demedi. Telefonun çalar saatinden beter işgüzar, 2 dakkada bi aynı soruyu soruyor.

İyi be, inatçı yüzsüz!

Sen kazandın.

Şimdi yeniden başlat.


Şubat 12, 2010

güncel yazayım istiyorum ama asabiyet var bende

Yahu ben neden güncel hadiseler üzerine yazamıyorum?

Ya çocukluğum kadar gerilere gidiyorum ya da "bu iş herdaim böyledir aksi de yanlıştır" bilmişliğiyle bol genellemeli ve pek tumturaklı laflar ediyorum. Çok çok, en günceli bile bir bana güncel olan egzantrik rüyalarımı anlatmaya koyuluyorum. Budur, bu kadardır yani.

Aram derem yok iyi mi; güncel yazmaya kalkınca da mevzu der top olup noktasallaşıyor ve o ana kilitleniyor. Bilgisayar ekranında ne görüyorsam çeyrek yorumla onu yazıyorum.(bkz: http://naneolasimvar.blogspot.com/2010/02/yaznsal-resim.html)
 
Valla düşünmüyor da değilim, düşünüyorum da... Bak aklıma geldi mesela, en güncel hadisem geçen sabah saat 08.30-09.40 saatleri arasında kentteki her nevi toplu taşıma aracına kusmam ve bu olayı düşününce tren aracı eksik kaldı diye duyduğum "haksızlık ettim" rahatsızlığı... Fakat şimdi bunu da anlatamam ki, midem de kaldırmıyor zaten hala.

Ülke günceli deseniz, üzerine yazmak arzusu kavurmakta ama gel gör ki küfür konusunda vasatım. Yani konu bu noktaya gelince içimde kabaran hislere tercüman olacak çeşitlilik ve derinlikte küfür bilmiyorum. Hadi öğrenmeye kalktım diyelim, azmeder ezberlerim tonlasını ama kafa '80 sonrası eğitim tezgahlarından tornalı. Şüphesiz öğrenirim öğrenmesine de cümle içinde kullanamam diye çekiniyorum.

E konunun ana fikrini yazıp iki nokta ardı sıra öğrendiğim küfürleri madde madde sıralamaya kalksam o da bi şekilsiz, anlamsız olacak.

Mesela bir haber var bugün "işçiler tuvalete bile patronun izniyle gidebiliyorlar" diye. Maksimium 2.5 dakika tuvalet izni, fazlası ücretten kesinti yahut insan içinde alta kaçırma rezilliği... Hemen yakınlarda bir yerde de "kaşmir tuvalet kağıdı üretildi" diye bir haber... Hadi denemesi bedava, yazdım diyelim bu iki haber başlığını alt alta, gramatik titizliğimle çakıverdim iki noktayı... Eeee?

Yok yok ben vazgeçtim, bu nedir ya? Aa? Hakkaten ne bu? Bu dünyada olanların kendisiyle boy ölçüşecek bir küfür literatürü olabilir mi allasen? (Mesele benim küfür konusundaki cahilliğim filan değilmiş güzel kardeşim, bak faideli yazı oldu, kendimi keşfettim, yazının burasında kendime haksızlık etmekte olduğumu da farkettim.)

Konuya dönelim.
Şimdi bu iki hadise aynı tarih kesitinde ve aynı gezegende gerçekleşebilmekte ise durumu küfür müfür kurtarmaz, ancak kötücül temennilerin şansı var zannımca: Kıçını kaşmir tuvalet kağıdı ile silenler kara deliklere yuvarlansın, çişi izne tabi kılanların başına prostat belası sarılsın! Bana "kıç" yazınca "argo-kaba sözcük" uyarısı veren bilgisayar yazılımının edepli üreticisi "tek-eliyle" dünyanın ağzına mıçmakta iken böyle riyakarlıklardan kaçınsın ve ayrıca kaçınsa da kaçınmasa da kıçına kız kaçıran kaçsın.

Sinir oldum ya...

Şubat 08, 2010

"zaten" bağlacı ve sinyalizasyon

Açık söyleyeyim, "zaten" bağlacını sık kullanan insandan korkarım, hazetmem, perilerim hoşlanmaz.

Çünkü "zaten" sonrası, zamanında söylenemeyenlerin dile geliş anıdır. Zamanında söylenmesi gerekenleri söylemeyen ve "zaten"i sık kullanan insan tipinin sadece bu özelliği bile kendisi hakkında çok şey anlatmaktadır aslında.

En birinicisi az biraz kararsız ve güvensizdir. Neyi nerede söyleyeceğine dair fikir sahibi değildir. O fikri edinmek için epeyce uzun düşünmesi gerekir ve bir karara vardığında artık iş işten geçmiştir ve hadise "zaten sonrası"na çoktan gelmiştir.

Neyi nerede söyleyeceğini bilemeyerek bunun üzerine epeyce düşünen insan 1- unutmaz 2- her sözü bir tehdit bir saldırı algılar. Bu nedenle banka yahut kumbara, "zatenci"nin biriktirme azmi ve kabiliyetinin yanında kişiliksiz kalır. Kafasında sorularının yanında "zaten" sonrası için bilumum insanın kafasına atacak taş biriktirir.

(İşte bi yerden kapı kapatan bi yerden açıyor; anlayamayan da biriktirebiliyor bi yerde...)

Neyi nerede söyleyeceğini bilemeyerek bunun üzerine epeyce düşünen ve aslen bu yüzden kini deveden beter ve alıngan insan herdaim tespit yetisinden yoksun olduğu için biriktirdiği taşları ilgili insanların kafasına olmadık zamanlarda ve "zaten" bağlacı sonrasında atar.

Şubat 06, 2010

yazınsal resim





Nane olasım var ey Mozilla Fire, Fox TV yi aç ve dinle!

Dosyamı düzenle, görünümümü geçmiş yer imlerine ekle, araçlarınla yardıma gel.

soLdaki milliyet, gelen kutumda yahoo diye haykırsın, yutubuma iş bankasıyla akbank siponsor olsun. Zargan İngilizce-Türkçe sözlüğüme af çıksın, cinai bloguma gugil tanrısı nova mendil ihsan eylesin.

Beni arama ve sakın tam koruma, avg bilgimden fazlasını edin.

İzle ve paylaş ama kötüye kullanma, kötüye kullanım sezersen kimselere bildirme, gammazcılık etme.

Bütün bunlarla birlikte sonraki bloğa yeni kayıt yapsan da canın sağolsun ama yemin et özelleştirmeden önceki son çıkış benim bloğum olsun.

Fakat zaten üyeysen çenemi boşuna yordum, edebinle oturup cüretinle açmalıydın. Edep ve cüret yoksunu bir zaten üyeysen en azından oturum açmalıydın.

Yazık.

Şubat 05, 2010

rüya tabircileri tabirlesin de görelim...

Çok rüya görürüm. Gerçi herkes görürmüş fakat hatırlamak herkesin harcı değilmiş de ondan bi kısım insanlar rüya görmediğini sanırmış. O kadarını bilemeyeceğim, ben görürüm de hatırlarım da. Gerçi gördüğüm rüyaların önemli bir kısmı "bunu da hatırlayamazsan mongolsun artık"  mesajını içerir absürdlükte, belki de ondan hatırlıyorum. Dahası ve fenası bazılarını unutmaya çalışsam da unutamıyorum.

Riskli bir yazı, başlıkta tabircilere bok attım. Tabircileri ve güne onları okumadan başlayamayanları baştan karşıma aldım. Bu bir. İkincisi ve daha riskli olanı, psikolojik olarak az sonra değineceğim rüyalarımı değerlendirebilecek melekelere ve eğitime sahip işgüzar zatların ip mi saptayip buraya Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden bir doktor eşliğinde birkaç müstahdem yollamaları ve hemen akabinde tepemden aşağı deli gömleğinin  geçirilmesi ihtimali...

O kadar risk karşıdan karşıya geçerken de var gerçi. Boşvereyim. Başlayayım:

Şubat 04, 2010

kar çeşitlemeleri ve kara öfke

Fark ettim ki şu ara herkes kar konuşuyor, kar yazıyor, kar çiziyor, kar düşünüyor.

Yaşa ve algıya göre farklı farklı açıklamalarla, benzetmelerle, edebi göndermelerle bir kar çeşitlemeleri dizisi sürüyor. Hoş bir şey.

Ben mi derinlikli değilim, kar mı harbiden sıradan bir olay bilememekle birlikte kar nanesi ve yağması olayı bana 5 yaşındayken ne hissettiriyorsa onu hissettiriyor şu anda da. Kar içime aynı duyguyu, tahriği üflüyor. Kar yağar, doldurur, eşofman üstü kot pantolon giydirilirsin sokağa fırlarsın, yatar yuvarlanır laylon poşet üstünde kayar ve donuna kadar ıslanırsın. Kotunun rengi "boss" eşofmanına çıkar, annen kızar, eve döndüğünde ellerin buruş buruş ve burnun soğuktan düşmek üzeredir. Eğlencelidir. Ve tüm bu naneleri artık yapamasam da ıslak eldiven kokusu, kaymak arzusu ve serin bir helecan olayıdır kar. Hala öyle yani. "Kar yağınca kar oynanır" nokta.

Bu basit ve hem nostaljik hem aktüel algıma bu sene bir şey oldu.

Bu sene kar benim içimde ciddi bir öfke, vicdanımda kanatan bir kıymık oldu.

Isınayım diye bir iki ictikten sonra her akşam kahveme katmaktan kendimi alamadığım kanyak ickisi("konyak" ile arasında bir fark varsa da ben bilmiyorum, şişede yazdığı gibi yaziyorum) boğazımla beraber midemi ve anatomik olarak gidebilmesi imkansız vicdan organımı yakmakta.

Kar üşütmekte iken ısınmak üzere vücuda sokulan sıvı vicdana gitmekte.

Tekel kanyağı ile bardagin yanıbaşında duran sigara paketi resmin teması. Anlayan anladi.

2010 yılında kar, anlamayı bırakın sadece bakabilende bambaşka anlam koordinatlarına taşındı.

***

2010'da tarih bilinci, yarınsızlaşma halinde vuku buluyor artık. Bugünden başka bir şeyi düşünmemeye alışmış insancıklar tüm gelecekleri sadece yarından ibaret kalınca tarihin farkına varıyorlar. Ama varıyorlar ya, bu önemli.

Okuduğum kitaplara pek benzemiyor, tarihin farkına varmak bir bütünü algılamaktı orda; bugünse algılanacak çok şey kalmadığında algılanıyor o tarih.

Okuduğum kitaplara gerçekten pek benzemiyor çünkü onlarda bir farkına varışa yol açmak için nehirleri donduruyordu kar...

Oysa 2010'da kar, bu farkına varışın kendisini buza kesiyor. Hiçbirşeyi kolaylaştırmıyor, aksine zora koşuyor.

İşte bütün bunlar olurken ısınmak için içilen Tekel kanyağı vicdana nüfus ediyor.

***

"...and the sign of humanity's burning tonight"
(HAGGARD'a derin hisler besliyorum)

Zamanın birinde "ev-iş" geliş gidişleri ile göstermelik entellektüel bilgileri olan, iş çıkışı o çook güç günün stresini atmak üzere bara bistroya uğrayip iki tek atan "pek memnun" ve bir o kadar "aslında olan biten herşeyin farkındayım"cı orta sınıf mensuplarının vicdanı yandı.

Bundan eminim ve en eğitimsizinden daha büyük bir cahillik yaşamakta oluşlarını gördükçe öfkeden çılgına dönüyorum.

Ulan madem o kadar okudun, mercimek beyninin kullanım klavuzu konusunda az buçuk teknik bilgi edindin,havayı bırak da bir anlamaya çalış! Lafa sıra geldi mi "eğitim şart" la başlar toplumdaki kıroların mideni bulandırdığından bahsedersin. Lafa sıra geldi mi en büyük özgürlük savaşçısı sensin fakat niyeyse ofisteki çaycı ağzına ..çsa "daha olsa" dersin... Globalleşen dünyamızda imrenilesi bir uluslararası rasat alışkanlığın vardır, gün boyu iş yapıyorum ayağına o site senin bu site benim gezer iş sonrası stres atmaları ya da haftasonu arkadaş toplantılarında dünya raporu verirsin. Aferim!

Dünya senin lafınla dönmekte ve çiçekler bile açmak için senin onayına tabi gerim gerim gerilmekte iken bir zahmet edip ana haber bülteni dahi izlemezsin. Zira bu boktan medyanın güdümlü haberciliği beş para etmez; o halde gelsin lostlar gitsin heroslar... Ohhh! Yaşasın cnbcecilik. Aşk-ı Memnu "ayy eiiğreeeenç" ama başka bir el cep kim denklemi acaip entelektüel. Edebi Metinler dersinde okuduysan okudun H. Z. Uşaklıgil'i, şimdi sorsam kim olduğunu ilk sallama tercihin Oscar adayı bilmemne filminin yönetmeni bıt bıt bıt değil mi ya dersin.

Çok mu yüklendim? Yüklenirim. Bu anlattıklarımın bir kısmı yapısal elbet. Fakat bu yakın zamanlardan birinde bu agucuk bugucuk toplamın yapısal eklentileri konumundaki vicdan kül oldu, ya da ne bilim buharlaştı filan... Yandı yani, eminim.

Yahu yuh! Evvelden, çok da değil az evvelden "vicdan rahatlatmak" gibi bi kavram ve bunun adına yapılan bir takım eylemler vardı. Demek ki vicdan vardı.

Şimdi nerde? Kimin neresine kaçtı, kim onu neresinden tutuşturdu, yangın nerelere sıçradı?
Söyleyeyim mi? Yangın bu agu bugularımızın nezih iş ve hane çemberinin içinde cayır cayır sürmekte ve bunlar bu kış günü "ulan iyi de sıcak oldu ha" diye kişiliksice gülmekte.

Kar'a öfkem, kara kışa kafa tutanları gördüklerinde koca kıçları rahatsız olacak korkusuyla gözlerini, beyinlerini ve vicdanlarını kapatmış bu kara fatmalara aslında.

Başbakan çıktı Tekel işçilerine tehdit yağdırdı, "dağıtırız ulennn" diye böğürdü filan. E yapacak tabi. Adam milyarder, bir yere ait ve o yerde kalmak için kavga ediyor. Yahu duyuyor musun agu bugu!!! Adam diyorum kavga ediyor diyorum. Anlıyor musun?

İşte ben ona kızmıyorum. Ben bu agu buguya deliriyorum! Güzel kardeşim, bistroda attığın o iki tek senin maaşının kaçta kaçı? Evin kira mı yoksa binbir yıllık bir banka kredisiyle mi sahip olamadin evine?(ne fena ya,hukuken gerçekten sahip bile olunamıyor kredi bitene dek, bankanın kiracısı oluyorsun aslinda. Ama bu cins böyle, işte evin karosuydu, parkesiydi, metrekaresiydi derken inşaat malzemesiyle tahrik ve tatmin olan bi cins)İş güvencen var mı? Abuzer Bey karısı sana iki çift güzel laf etti diye kapı önüne koymasın seni? Tazminat mı? Hadi canım! Kartvizitinde afili titrler yazsa da üç kuruşa satın alınabilen tanıkların beyanlarıyla mahkeme salonunda bir anda part time çalışan bir çaycı oluverirsin. (çaycı dedim miden kalktı de mi?) Seninkiyle birlikte adaletin vicdanı da yandı; hatta seninkinin külleri maktülün ellerini bağlayandı ama o sırada bunu farkedemezdin zira meşguldün; o esnada eleştirmek için okuduğunu iddia ettiğin köşe sahiplerinin yazılarını noktasına virgülüne ezberlemekle meşguldün. E az şey değil, 1'e 3 hesabı özgürlük konusu pek karlı ve bu konuda güncel iki çift laf edebilmen entelektüalite notunu kanaat notuna gerek bırakmayacak ölçüde güçlendirecektir.

Kafan çamur gibi...

İki karış toprağını kaybetmemek için alabildiğine muhafazakarlaşan köylüden üç kuruşluk farkın yok. İşin kötüsü iki karış toprağın bile yok, evinin her metrekaresi borcunu bitirene kadar ipotekli.

Çok balçıklı ama hiç kılçıklı değil kafan. Az biraz kılçığı olsaydı aklının, birşeylere takılırdı. Ait olduğu yere ait olduğu için kavga eden ensesi kalınların laflarını tekrar etmez, o pek entelektüel kraldan çok kralcılığınla midemi bulandırmazdın.

***

Bugün kafası kılçıklı insanlar çalışmadı;kontağı kapattı, vapuru yüzdürmedi, fabrikaya girmedi, duruşmasına katılmadı... Kafası en kılçıklı ve yarını en belirsiz binlerce sıradan insanın cesareti arka çıktı. Kar işi güçleştirse de ölümü göze almış insanlar üşümekten korkmazlar değil mi?

Vicdanı henüz yanmayanlar rahatsız olmakta ama rahatı kaçmasın diye göz-kulak kapatmamakta. Vicdanı henüz yanmayanlar deli gibi rahatsız olmakta!

Vicdanı henüz yanmayanların bir kısmı dini vecibelerini yerine geetirmedikleri için daşlanabilecekleri yerlerde yaşamaktayken bizim vicadanı kül olmuşlarımız yaşadıkları yerlerde hala bira satılabildiği için yüzyılımızdaki özgürlüğe kadeh kaldırmakta.

İşin ilginç yanı şu,milyarlarını sığdıracak yer bulamayanlar bu kadar memnun görünmemekte.

***

Kar, yanımda yöremdeki bir ton insana duyduğum öfkeyi dondurdu. Akışkenken pek anlamıyordum belki de... Şimdi kaskatı.