Ağustos 25, 2010

İflah olmaz merak ve temenni vs...

Birkaç on saattir şöyle düşünüyorum: 
8 yıldır bize bir hayırları dokunmadığı düşünülürse bizim hayırlarımız onlara çok dokunur mu? 
Gaz yapar mı, mide ekşitir mi, can yakar mı, damar tıkar mı gibimsi şeyler...

Ağustos 17, 2010

Oralar ırak, konuya gelmek zaman alacak.

Şimdi aslında o işler hiç de senin tahmin ettiğin gibi değil. Yaşın genç daha gerçi, zamanla öğrenirsin.
Bir kere pasta olan piramit Mısır'daki piramitlerden önce varmış. Mısırdaki o yapılara da, bu pastaya benzedikleri için piramit denmiş. Zaten piramit pasta demek. Bunu aklından çıkarma.
Hadisenin pi sayısıyla filan da bi ilgisi yok, egzotik olsun diye yapıyorsan senin bileceğin iş tabi. Ama baştan diyim, O piramitler yapıldığında daha matematik yokmuş dünyada, hangi pi sayısı diye sorarlarsa on numara mahcup olursun.
Değişik şekilli kayalara ercan, su içindeki değişik şekilli kayalara mercan denir. "Aa bak ne güzel yükselti, biraz oturayım da dinleneyim" diyecek olursan mercan kıçından ısırır. Tükürük sıvısındaki kabartıcı karbonükleist asidik bazalcılar yanmalı ve kaşıntılı şişliklere neden olur. Yani kısacası kıçın şişer. Kaya da olsa onun da bir savunma mekanizması var işte; çok önemli bak bu nokta.
Çok sıcak bir memlekettir ve genel olarak bardaklar pistir. Bu hallerin birbiriyle bir alakası var mı dersen o kadarını bilemeyeceğim. Konuyu yerlilere de danıştım, cevaben ar yu ajipşın dediler. Anlamaz gözelerle baktığımı sezince de beni zorla bir deveye bindirmek istediler. Sanırım bedeviler şiddetli misafirperverler.
Çok acaip balıklar var fakat yenmiyor. Zaten rakı olmayınca balık yiyesin de gelmiyor. Rakısızlık denizdeki doğal hayata bu kadar katkı koysun, valla değişik bir şey, sence de öyle değil mi?
Neyse... Birçoğu çok suratsız ya da çene yapıları bi tuhaf olduğundan nemrut görünüyorlar. Ya da ne bilim belki de "kızılını götüme mi sokacam denizinin, rakı şişesinde kulaç atsam" diye de düşünüp kederleniyor da olabilirler. Balıkların kulaç atması da hayli alışılmadık birşey tabii. Ben de çok şaşırdım başta ama sonra alıştım. Bence tüm balıkların ihtiyacı olan bir aktivite bu. Neyse ne, dışarıda bir allan bitkisi yok, çorak çöl herbir yan fakat denizin içi bir cümbüş! Dengesiz ruhumun en beğendiği yan da bu oldu.
Hani bil diye anlattım, hazır yeri de geldi, aklına katkı olsun fikrine düş koysun niyetiyle kısa bir özet mahiyetinde...
Ha bu arada sorduğun soruya gelecek olursak hayır maalesef yok. Yeni geldik işte biz de tatiliydi gezmesiydi tozmasıydı piramidiydi pastasıydı derken ev tamtakır tabii. Zeytinle yeyin zeytinle, tuz iyi bişey değil zaten.

Ağustos 05, 2010

Lavobo ne tarafta? Yahut çıkış kapısı?

Şu boğucu yaz sıcağında gösterim açık mekanda olsa iyiydi ya; yapacak bişi yok. Gösterim kafalı mekanda.

Gitmeyeyim desem o da olmaz... Hayır, derim demesine de, bunun zavallı bir dayılanma ötesinde bir anlamı olmaz. Nereye gitmiyorsun, düdük? Mekan dediğin gövdendeki kapalı teras değil sanki!

Kombine biletliyim. 7/24 yerim hazır. Bi arkadaşı alıyim gidiyim de diyemiyorum. Mekanda ancak slayt makinesi ile bana kadar yer var.
Yer olsa gelir mi kimse? Sanmıyorum.
Kimse gelmez. Ne işleri var elin beniyle? Gelmesinler de zaten, istemiyorum.

Yalnız başıma koltuğuma kurulamıyorum çünkü bu gösterimler genelde ben ayaktayken oluyor. Yalnız başıma ayağa dikiliyorum ve başlıyor. Sonra işte hareketsiz anlar gelip geçiyor... Olaylar değil, boy boy fotoğraflar. Tozlu fotoğraflar. Leblebi tozlu fotoğraflar. Demek ki bunlar hep, leblebi tozu çılgınlığının şahsımı da seline kattığı zamanlarda verilmemiş pozlar.

Bazıları, her zaman aynı sıra ile gitmese de, illa ki her gösterimde kendilerine yer buluyorlar. Bazen tek tek bazen ard arda ve topluca, gözlerime gerili perdeye yansıyorlar:
Gecenin kör vakti uyku sersemi telefona koşarken omzumu kapıya çarpıp acıdan geberdiğim an. Flu fon.
Telefonda aldığım ölüm haberi ve omzumun utanıp sustuğu an.
Duvarda 16 Mart'a çakılı kalmış takvim ve 16 Mart'a düşülmüş o sivri gerçeğin bildirici notu... Aylar sonra o eve gittiğimde farkedilmiş o kahredici detay...

Gecenin bir vakti, arabada, arka koltukta, elimde pembe saçlı bir trolle donan zaman.
Hergece, henüz anlamını bilemedeğim vakitlerde, "beraat etsin" talepli içten ve en az o kadar ağlak duaları tavana doğru üfürüşlerimin asgari ortalaması: boğucu geniz yanmaları. Anjin gösterir röntgen filmleri.
Gündüzün bir vakti elindeki telefona sarılıp mutluluktan olduğu muhakkak bir dirilikle ağlayan koskoca bir adam.
.............................
Gösterim başladı, evet. Fakat bitmedi henüz. Gözüme leblebi tozu kaçtı. El yüz yıkamak için kafamdan kaçtım. Bedenimdeki lavoboyu halen bulamadım.