Ekim 29, 2010

Hayati film şeridi.

Suyun dibinde debelenirken hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmedi. Oysa gözlerim açık ve anılan şerit görüş mesafesi dahilindeydi. Şaşkınlıktan körlemiş olmalıyım, çünkü boğularak ölmenin bu kadar uzun süreceğini rüyamda görsem inanmazdım. Sırf ölümlerden beğendiğim ölüm 3 perdelik olduğu  için hayatım izlenmeye değmeyecek ölçüde kısa kalıyordu. Boğulmanın girişi gelişmesi ve kaçınılmaz bir sonucu varken henüz girişte bitmiş ve tadı ancak damakta yer etmiş hayatımın son anımda kendini imrendirmesi en başta bana haksızlıktı. Kısacası ölümümdeki derinliğin yaşamımdan dipsiz oluşu gözlerimi o ana mahsus meşhur şeritten alıkoydu.

Tek düşündüğüm o köprünün nasıl olup da yıkıldığıydı. Saatte 0,003 milimetre hızla düşmekte olduğum her dakika bunu düşündüm. 2,5 sene 2 ay düştüm. Takriben 4 yıl kadar boğulmaya çalıştım. 6,5 sene çarpı her salise hadisedeki hatayı saptamaya uğraştım. Ölmek üzere suyun dibinde geçirdiğim her an, hayatım ne bir film ne bir şerit olabilip de gözüme girememişken, ben,  köprünün yıkılmadığından emin, suyun ta buraya kadar yükselmiş olmasına en az tam o kadar alındım.

Yanisi şu; teknik olarak katiyetle ölüyordum ama bunu tam olarak beceremiyordum. Beni önce havaya asan sonra dibi boylatan çatırdamanın o güçlü betonarmeden geldiğine aklımı erdiremiyordum. Neden sonra aklıma geldi: Aklım beynim bölgesindeydi ve her kim ki boğulursa o mevkiiye oksijen gitmezdi. Neden bunu daha önce düşünemedim? Neden sonra aklıma geldi? Neden bu kadar sonra ve şu dakika?
Bi dakika... Evet, ıslaktım. Islak olmak bir nedir farkındaydım. Demek ki artık sudan çıkmıştım. Çünkü insan eti su içinde ıslaklık bilemezdi, suda ıslak olunmazdı. 
Gönüllü bir kısım insan can kurtarmıştı. Canım çok ıslak olduğundan hava ayazdı. O halde kesinlikle karadaydım ve bundan böyle titreyerek ölmek dışında bir yol kalmamıştı. Fakat it gibi titreyerek ölmek basiret isteyen işti. O da uzun sürerdi. Bir film şeridine sıkıştırıldığında hayatım, uzayda bile, it gibi titreyerek ölmekten daha kısa sürerdi.
Zaten gönüllü bir başka kısım insan buna müsade etmedi. E, benim de içim razı gelmedi. Ölemedim yani.
Islak kalsam ölürdüm ama öyle kalmadım.
Öyle kalmadım fakat asla kurumadım.
Kuru kostümler giyindim; kupkuru giyindirildim.


Beynime kurşun sıksalardı hiçbirini düşünemezdim. Ölürdüm kısaca ve hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geç... 

Ekim 27, 2010

Soru muymuşum yoksa?

Neler neler sordum, ben de şimdi tümünü hatırlamıyorum. Aslında cevapların da tümü aklımda değil. Fakat cevaplara ilişkin olan "tüm"ün sorulara ilişkin olan "tüm"den az olduğunu biliyorum. Karıştırdım mı yine dersin? Çok mu içtim?  Oysa şarap yudumu bölü dakika ile ilgili cevabını bir dakika olsun belleğimden silmedim. Bunu için çok da çaba sarf etmedim; sanırım ezelden beri alkollü içeceklere meyilliyim. Ayrıca bir dakika, şu dakika itibariyle bir yudum bile içmiş değilim.

Ne tuhaf şey insanın sorduğu soruları hatırlamazken cevapları hatrına çakması değil mi? Bence değil. Cevabı önemsemeyen insan suale neden meyletsin? 
Aslında asıl tuhaf olan insanın aldığı cevapları hatırlamazken sorduğu soruları hatrına kazıması değil mi? Yok, değil. Aldığın cevaplar, sorularından "sık"tan bi tık fazla tekrarla içeriksizse, cevaplara kim, neden meyil etsin?

Al benim soruları vur senin cevaplara... İkisi de beş para etmez belki. Peki neden cevapların ben tarafından daha fazla hatırlanmaya meyilli?

Ayrıca bu "meyil" de ne ki, daha kaçıncı satırda yedibininci geçişi?
Bi desen sahi, meyil ne demekti? "Meyil"deki mey bizim şu ikibuçuk kuruşluk şaraptan mı türemişti? Çok mu içmişimdi? Çok mu hızlı içmişimdi? Ben şimdi çişimi nerelere edecektimdi? Şu soruyu kuvvetle sorasım vardı: kusacak mıydım, kusacaksam adres nereydi? Of bizim hela hala bozuk muydu? Du bakayim, yoksa tuvaletin meyli mi sorunluydu?  Sıkıntı bu muydu? Büyük sıkıntım şu: tuvalet bozulur mu? Bizimki niye bozulduydu? Bizim tuvalet kablolu muydu? Kablosuz birşey bozuluyorsa bunu onun alınganlığına versem isabet buyurmuş olurmuydumdu? Yahu bir hela hiç alıngan olur mu? Bizim tuvalet mi çok duyguluydu? Duygu durumu insandan klozete bulaşabiliyor muydu? Bulaşıcıysa şayet, mikrobu geberten ucuz yollu bir ilaç mevcut muydu? Gidip bi koşu alır mıydın, dediğim ilaç mevcutsa şayet ?  Hazır ayağa kalkmışken camiye de uğrayıp şu çişimi yapabilir miydin, sana zahmet? Cami tuvaletini kullanmak senin fikrindi, şimdi neden bu hiddet?
Gitar mı çalsam, madem öyle? Sevdiğin şarkıları çalarım hem söylerim de... Allah, soba dibi sıcak, oraya mı taşınsak, ama bak,  eğer uyumayacaksan, yani eğer bu sefer, yani eğer sözün sözse... Doğalgaz mı kaçırıyor bu koku ne? Kahve içsem ayılır mıyım? Kahve yapsam bayılır mısın? Kahve içsek fal bakar mısın?
Falda bana rüya yazar mısın?
Uyusam kızar mısın?

Ekim 16, 2010

Ve aslında bu kadar belki de...

Elimden tut ama dokunarak. Sende vardı o sıcaklık, sıcak mısın yine, yani halen, yani günlere rağmen?

Elimden tut; gerçek olması yeter. Gerçeğin kendisi, bana değen elindeki kan dolaşımını hissetmek... Bu yüzden ne kadar sürdüğünün önemi yok, yani öyle kalmak için sana da zul gelen abartılı zorlamalara lüzum yok. Elimden tut ve sonra bırak; o sahici dokunmadan sonra, el çekmenin zerrece kırıcılığı yok.

Hatta elimden tut ve sonra illa ki bırak. Bir-iki dakikayı geçmesin, çünkü sanki eğer geçerse kendi gerçekliğinden yitirir. Ayrılması olmazsa ne kıymeti kalır birleşmenin?

Elimden tut; bir nedeni olsun. Ya da bir şeyin sonucu olsun bana uzanman. Olur olmaz birbirini elleyen bir "iki şahıs" olamayız biz, bilirsin. Öyle olsak çok güleriz.
Öyleyse madem, sen de sebepsiz elimi tut bazen, çok gülelim o vakit. Madem öyle, gülmek için, sadece bazen...

Mesela sen herhangibir sabahın kör vaktinde, bilmem kaçıncı işe gidişinin herhangibir seferinde; gitmek üzereyken ya da başka bir deyişle gittiğin için ve gidişinden bir kaç an önce, kapı önünde, elimi tut. İt gibi çalışmaya gitmek kadar rutin olsun deli gibi özlemek. Özleyeceğini bildiğinden dokun, ellerime, uzun değil, belki on-on beş saniye... Yatmadan evvel çevredeki her nevi ötücü şeyi kur ama; ötsünler ki, senin gitme anlarında elimi tutman için uyanabileyim ben de, rutin gitmelerine aynı rutinlikte üzüleyim kapının önünde. Sonra sen elimden tut, sonra da git.

Sonra ben gecenin kör vakti işten döndüğümde, kapının önünde elimden tut. Ben, benim zili çalışımla senin otomatiğe basışın arasındaki kısacık zamanı, apartman girişinde pabuçlarımın bağcıklarını çözmek için zorlayayım; öyle ki, kapının önüne geldiğimde ellerimin başka meşguliyeti kalmasın. Sonra elimden tut kapı önünde, elimden tutup beni içeri al ve aklımdaki hernevi gündelikçi dünyeviliği koy kapının önüne...

Sonra...
Sonra şarap almışsan nefis, yemek de yapmışsan harikulade... Sonrası... İşte hani ne bileyim, sofrayı toplasan... Bu da yetmezmiş gibi, avuçiçi kadar mutfağa nasıl olduysa sığmış iki elektrikli aletten hangisinin bulaşık makinesi olduğunu öğrenmiş bulunsan ve dahası kendisinin iç yerleşimi konusunda iddialı bir müdahil olsan... Şarapları tazelesen, önce benim kadehimi doldursan... Neticede sana bir tek yudum kalmamış olsa ve bunu  bile hiç dert etmesen... Çünkü sen zaten şarap daha biteyazdığında çay suyunu çoktan koymuş yahut seven-eleven'dan bir şişe daha söylemiş olmakla mağrur dursan ... İçi boşalan turşu kavanozları ve musli kartonları ve  traş köpükleri ve kola şişeleri ve diçmacunu tüpleri ve zeytinyağlı bıdı bıdı konservesi tenekelerine onlar yokmuş gibi davranmasan, elin değse de bir çöpe atsan...
Fena olmaz, ve aslında hepsi bu. Sadece bunlarsa, evet, sadece fena olmaz ve sadece daha fazlasını istemek olur elimden gelen. Temizlik, ütü, yatırım amaçlı altın günü ve sair aktivite...

Ama mesela...
Hiçbirini yapmasan da elimden tutsan...
Ama sahiden...
Ve sadece...
Yani dokunarak, yani sıcak, yani zaman zaman ve kısa süreli ve ...
Ve aslında bu kadar belki de...

Ekim 15, 2010

Nande Corleone

Maykılla tartıştık. Beni hiç anlamıyor. Aslında çok zeki birisi, beni neden anlamıyor anlamıyorum.
Tüm gün çiftlikte canım sıkılıyor. Evvelden domates fideleriydi, organik mucizelerdi bi şekilde idare ediyordum. Fakat ne vakit Don Baba'yı domateslerin arasında boylu boyunca uzanmış gördüm, odur budur içim almıyor. Don Baba çok yiğit insandı. Domateslerin arasında ölecek insan değildi. Düşündükçe hala olayda bir suikast komplosu olabileceğinden şüpheleniyorum. Maykıl'a da söyledim, "mal mal konuşma, gaza gelecem sıçacam tüm ailelerin bacaana o olacak. Sonra ağlarsın ama arkamdan" diyor. Ya düşünüyorum da aslında Maykıl çok ince ruhlu bir insan.
Onun da haklı olduğu yanlar var. İşi çok stresli. Ayrıca çok yoruluyor. Bir gün Las Vegas'ta, bir gün Sicilya'da... Sinirleri hırpalanıyor. Asabına iyi gelir diye papatya çayı kaynatıyorum ama "ibne mi edecen beni" diyor bi yudum içmiyor. Fredo'nun kırık davranışları sanırım onda homofobik tortular bırakıyor. Aslında Fredo da öyle iyi bir insan ki... Çok güzel kahve falı bakıyor.
Maykıl benim blog yazmama tahamül edemiyor. Yok efendim aile içinde olan aile içinde kalırmış, ne düşündüğümü aile dışında kimseye dememeliymişim... Sanki ben bilmiyorum. Zaten burda özel münasebetlerden de hiç bahsetmiyorum. Ama gel gör ki onu buna inandıramıyorum. Sanki ben yaban mersiniyim. E ben de bu aileden biriyim, hiç kötülüğünü ister miyim? "Saf ve yumuşaksın, ne olduğunu anlamadan bizi kurda kuşa yem edersin" diyor. Ne alakası var? Ben ki geçen gün sütü çok ısıttı diye Koninin oğlunun bakıcısını topuğundan vurdum. Maykıl su tabancasıyla bu işler olmaz diyince de zavallı kadını tekneden attım. Koni salağı da can simidi attı.
Ah yüce tanrım! Ben safsam bu Koni kaç ayar acaba?
Koni ezik biraz. Çok hamileyken bir gün kocası Koniyi kemerle dövmüştü. Ne mi yaptı? Ağabeyini aradı. Santino da fevrilikle fırladı, koruma moruma almadan atladı arabaya. Zavallıyı temde, gişelerde kıstırdılar. Boydan boya taradılar sevgili Sani'yi, rest in peace. Hayır ondan sonra olay büyüyecek, olan benim kocama olacak, kimsenin umru değil. Biriniz de kendi işinizi kendiniz görün be!
Ulan Don Corleone'nin kızı olacan, herif sana iki canlıyken kemerle dalacak! Büyük konuşmayayım da ben Allah yarattı demem karnını kurşunla doldururum pezevengin. Sonra da evi arar "bir araba gönderip beni aldırın, üç düzine de naylon eldivenli adam yollayıp delilleri karartın" derim. Ama bunu Maykıla söylemiyorum, içlenir. Zaten Karlo'yu yüzdeyüz harcayacak, hissediyorum.

Bak gördün mü, yazdıkça sinirim geçti. Maykıl çok sert bir insan ama içinde kedi gibi bir mahlukat var. Şu an bir tek o mahlukata sinir oluyorum. Koskoca, sert mi sert zeki mi zeki bir Don'un içinde yuvalanmaya utanmıyor musun? Vakur, mağrur, gözü kara, attığını vuran, tuttuğunun boynunu kıran ve herşeyden önce evli bir erkek o! Seni Barzini mi koydu oraya, ha, cevap ver truva kılıklı!

Hah, Corleonelerin köpeği olacaksınız topunuz; içten pazarlıklı, sinsi ipneler!
Herşeyi biliyorum.
Başlıyorum:
Evvela, o kediye reddedemeyeceği bir teklif yapmayı planlıyorum.