Ekim 16, 2010

Ve aslında bu kadar belki de...

Elimden tut ama dokunarak. Sende vardı o sıcaklık, sıcak mısın yine, yani halen, yani günlere rağmen?

Elimden tut; gerçek olması yeter. Gerçeğin kendisi, bana değen elindeki kan dolaşımını hissetmek... Bu yüzden ne kadar sürdüğünün önemi yok, yani öyle kalmak için sana da zul gelen abartılı zorlamalara lüzum yok. Elimden tut ve sonra bırak; o sahici dokunmadan sonra, el çekmenin zerrece kırıcılığı yok.

Hatta elimden tut ve sonra illa ki bırak. Bir-iki dakikayı geçmesin, çünkü sanki eğer geçerse kendi gerçekliğinden yitirir. Ayrılması olmazsa ne kıymeti kalır birleşmenin?

Elimden tut; bir nedeni olsun. Ya da bir şeyin sonucu olsun bana uzanman. Olur olmaz birbirini elleyen bir "iki şahıs" olamayız biz, bilirsin. Öyle olsak çok güleriz.
Öyleyse madem, sen de sebepsiz elimi tut bazen, çok gülelim o vakit. Madem öyle, gülmek için, sadece bazen...

Mesela sen herhangibir sabahın kör vaktinde, bilmem kaçıncı işe gidişinin herhangibir seferinde; gitmek üzereyken ya da başka bir deyişle gittiğin için ve gidişinden bir kaç an önce, kapı önünde, elimi tut. İt gibi çalışmaya gitmek kadar rutin olsun deli gibi özlemek. Özleyeceğini bildiğinden dokun, ellerime, uzun değil, belki on-on beş saniye... Yatmadan evvel çevredeki her nevi ötücü şeyi kur ama; ötsünler ki, senin gitme anlarında elimi tutman için uyanabileyim ben de, rutin gitmelerine aynı rutinlikte üzüleyim kapının önünde. Sonra sen elimden tut, sonra da git.

Sonra ben gecenin kör vakti işten döndüğümde, kapının önünde elimden tut. Ben, benim zili çalışımla senin otomatiğe basışın arasındaki kısacık zamanı, apartman girişinde pabuçlarımın bağcıklarını çözmek için zorlayayım; öyle ki, kapının önüne geldiğimde ellerimin başka meşguliyeti kalmasın. Sonra elimden tut kapı önünde, elimden tutup beni içeri al ve aklımdaki hernevi gündelikçi dünyeviliği koy kapının önüne...

Sonra...
Sonra şarap almışsan nefis, yemek de yapmışsan harikulade... Sonrası... İşte hani ne bileyim, sofrayı toplasan... Bu da yetmezmiş gibi, avuçiçi kadar mutfağa nasıl olduysa sığmış iki elektrikli aletten hangisinin bulaşık makinesi olduğunu öğrenmiş bulunsan ve dahası kendisinin iç yerleşimi konusunda iddialı bir müdahil olsan... Şarapları tazelesen, önce benim kadehimi doldursan... Neticede sana bir tek yudum kalmamış olsa ve bunu  bile hiç dert etmesen... Çünkü sen zaten şarap daha biteyazdığında çay suyunu çoktan koymuş yahut seven-eleven'dan bir şişe daha söylemiş olmakla mağrur dursan ... İçi boşalan turşu kavanozları ve musli kartonları ve  traş köpükleri ve kola şişeleri ve diçmacunu tüpleri ve zeytinyağlı bıdı bıdı konservesi tenekelerine onlar yokmuş gibi davranmasan, elin değse de bir çöpe atsan...
Fena olmaz, ve aslında hepsi bu. Sadece bunlarsa, evet, sadece fena olmaz ve sadece daha fazlasını istemek olur elimden gelen. Temizlik, ütü, yatırım amaçlı altın günü ve sair aktivite...

Ama mesela...
Hiçbirini yapmasan da elimden tutsan...
Ama sahiden...
Ve sadece...
Yani dokunarak, yani sıcak, yani zaman zaman ve kısa süreli ve ...
Ve aslında bu kadar belki de...

Hiç yorum yok: