Şubat 22, 2010

Junior veterinere gitti ve orda kaldı.

Kötü birşey oldu.

Aslında kafamdaki bu değildi, ama işte hayat... Yani yazmak istediğim başka birşeydi. Bütünüyle başka birşeydi... Benim dışımdakini de fazlasıyla etkileyen ve belirleyen bir toplumsal vaka... Birsürü cümleler hazırlamıştım yolda. Ama şimdi pek keyifsizim ve sanki o kadar da anlatma havamda değilim.

...

Yazmayı düşündüğüm konu hakkında güzel güzelcümleler kurguladığım yol bitince davul gibi ayaklarım, muhtemelen 38 derece civarı ateşim ve artık kronikleşmiş mide bulantımla eve vardım. Pek güzeldi, çünkü evde çok sevdiğim arkadaşlarım da vardı. Onlara anlattım, pek ilgiyle dinlediler, pek memnun olduk topluca..

Ama fark etmiştim. "Bir türlü uyandıramadık" dediklerinde elim ayağım titredi ve ona doğru eğildim, korkudan ödüm patladı, hareketsizdi ama neyse ki nefes alıyordu. Işıktan, dumandan ve gürültütden huzursuzlandığını düşünerek başka bir odaya taşıdım onu. Ama bir tuhaflık vardı ve ben onu öyle gördükten sonraki her saniye bir terslik olduğunu biliyordum.

Bir-iki saat sonra, sohbet bitip odalara geçme vakti gelince yanına koştum. Sesime tepki vermiyordu. Elime aldım, çok zor nefes alıyordu. Uyukusuz, yorgun, hastalıklı ve içime bir dünya uç duygu üflemiş bir cumartesi sonrasıydı. Berbattı...

Şişko hamster çok zor nefes alıyordu.

***

Allahın belası veterinerler rüyamda gördüğüm gibi haftada 6 gün nöbet tutmuyorlardı.

Tüm belediye sınırlarını dolaştık nerdeyse. Ben arkada, üşümesin diye onu pamuklara sarmışım, tutamıyorum kendimi, zırıl zırılım....

Ali önde oturuyor; taksici abi, öncesinde dalga geçiyor sansam da, hakikatli biri ve hızla açık klinik bulabileceğimiz bir yerlere sürüyor.

Sonunda buluyoruz.

Bir işe yaramıyor.

Sabah 6 gibi Junior gidiyor.

Çok küçük, minicik.

Öpüyorum, hala sıcacık. Alamıyoruz klinikten onu, Ali bana sarılmış ve "biz onunla burada vedalaşalım" diyor.
O ödemeyi yaparken dışarı çıkıyorum. O gelmeden tüm hüznümü sokağa salayım istiyorum. Olmuyor.

***

Onun hakkında yazacaktım. Hatta bir giriş yazmıştım; çocukluğumdan beri "tüylü bir hayvanım olsun" takıntımı, annemin bu konuda beni zerrece ciddiye almayışını ve bu nedenle bunun benim içimde nasıl bir "yoksunluk takıntısı" haline geldiğini anlatacaktım ve çok komik olacaktı. Sonra Junior'ı anlatacaktım. Nasıl şapşal ve şişko olduğunu... Onun hakkında ne denli obsesif davrandığımı ve kendisine sunduğum yiyecekler nedeniyle bir veterinerin "hanfendi yalnız unuttuğunuz bişi var, o bir kemirgen ama sizin kendisine böyle davranmanız nedeniyle kemirmeyi unutabilir" dediğini... Yeminin içindeki sert şeyleri ayıklıyordum. Meğer onlar da yeniyormuş.

***

Şimdi yazıyorum işte onun hakkında.

Büyük bir hüzünle yazıyorum.

Utanıyorum, böyle bir dünyada bir "çöl faresi" (bu benim tanımlamam değil, Junior'ı götürdüğümüz veteriner kliniğindeki veterinerin dediği şey bu, o bir hamsterdı ve veteriner ona "çöl faresi" diyordu) için bu kadar üzüldüğüm için utanıyorum.

Ama üzülüyorum.

***

Şimdi annemi daha iyi anlıyorum. Kızındaki duygu fazlasını bildiğinden, film bittiğinde "niye bitti, bitmeseydi yaaaaa"; misafir geldiğinde "niye gidiyorlar, gitmesinler yaaaa; anahtarları da sakladım ayakkabılarını da" diye zırlamamdan gereğince sonuçlar çıkardığndan bir hayvanım olmasına izin vermedi. Zaten bu olmadan bile yeterince bela, ağlak ve takıntılı bir çocuktum.

Ama belki bunu 5 yaşında yaşasam bu kadar sallamazdı beni.

***

Bir daha asla bir hayvanım olmayacak.

Hiç yorum yok: