Mart 25, 2010

"Büyük Kardeş" diye bir şey yoktur.

Annemlerin aramıza bu kadar yıl sokmasının mecburiyetten ileri geldiğini yıllar sonra öğrendim. Belki mevzu üzerine düşünsem hikayeyi çözerdim de ben yavrulamanın leyleklerle telepatik bir ilişki neticesi gerçekleştiği yolunda sarsılmaz bir inanca sahiptim. E sarsıldı normal olaraktan bi vakit, sarsılması gerekirdi zaten de bendeki  "ulan bi numara var diyorum lan ben de kaç saatir..." ayması gecikmeli gerçekleşti.

Serde asilik olsa da bir yanım sarmalanma isteğiyle dopdolu bir kedi yavrusu. Herdaim sıcak bir soba arkası, yatağına işesem de beni sütsüz bırakmayacak mutlak bir gönül bağı, bitlensem de tiksinmeyecek bir iki insan evladı şart bünyeme. Bu ne zamandır böyle bilemeyeceğim, sanırım böyle doğdum. Beni bu mutlaklıkla kabullendiğini düşündüğüm insan evlatlarına vefa borcumu da söyledikleri herşeye tartışmasız inanmakla ödedim. 

İlk bebeden yaklaşık on yıl sonra güç bela üretilebilen bir bünyede bu tür arazlar olması şaşırtıcı değil gibime geliyor şimdi. Habersiz misafire evde ne varsa onlarla yapılan çok zahmetli ama içine şehriye niyetine çubuk makarna kavrulup konmuş boynu bükük bir pilavım gibi sanki...

Tamam dramı geçtim. Sebeb-i ziyaretimle de zerrece ilgili değil zaten fakat baktım ortam pek müsait bir iki döktüreyim dedim; evet pislik bir şey bence de, derhal tasvip etmedim.
 ***
Anne ve babamın aramıza yıllar dizmiş olması, bendeki bünyede çeşitli arazlara yol açtığı kadar yine bu nedenle bendeki arızalı beyin "ehe, bitlensem de sever ki o beni, bu durumda ben de onun her dediğine inanır saygıda kusur etmem" yollu ilk algılamasına seninle nail oldu. Büyüğümdün son tahlilde ve bizim oralarda o vakitler "büyük kardeş" diyen birine iyi gözle bakılmaz kendisi hakkında "zengin piçi" yollu dedikodular alınır yürütülürdü; filmlerde geçerse eni konu dalga geçilir ve akabinde esefle kınanırdı,"büyük kardeş" olur muydu, kardeş dediğin bir iki boy küçük olanın adıydı. Son tahlilde sen benim büyüğümdün.

"çenen mayasıllansın e mi" yi hakedecek bir çocuktum, kabul. Ben abuk sabuk konuştukça anneme "aman duyma duyma" diyen fikriye teyzenin suratındaki et benlerini bir bir yolmak istiyordum ama annemle arama girdiği içindi bu zavallı şiddet hayalim.

Genelde şiddet düşkünü bir çocuk değildim, biliyorsun. Konuşkandım evet, ya da tamam hadi gevezeydim,  öyle diyelim. Ve hatta konuşmadan geçirdiğim her beş dakika karşılığında bana para teklif etmene de tamam. El kadar bebeyi rüşvetle terbiye etme girişimlerin hoş değildi ama sen de ergenliğinin en bir dibindeydin, hoşgörüyorum. Zaten bu "ya senle mi uğraşacam bi git başımdan " tavrın beni rüşvetçi de yapmadı, zararı yok.

Fakat ben "bişe dese de inansam, hiç sorgulamasam, ya da en iyisi tapsam" diye melül melül ağzının içine bakarken "ba ba bak konuştukça çenen uzuyor" demen ve bu iddianı kanıtlamak için 15 kiloluk kemikyoğun bedenimde 10 kilo çeken sivri çenemi göğüs kafesime değdirmemi salık vermen hiç hoş değildi. Bana bunu yaptırdıktan sonra, ben gepettodan evlatlık alınmış besleme ayarında zırıl zırıl ağlarken senin kıkır kıkır kıkırdaman ve "bak dedim ben ama, sus biraz , kısalır belki zamanla" diyerek masum korkularımı zerrece adam yerine koymayışın neredeyse caniceydi. Çok konuşanın çenesinin uzayıp uzayamayacağı konusunu bir daha hiç düşünmedim, zira bu kesindi. Kar beyazdı deniz maviydi ve çok konuşursan çenen uzardı. Mazallahtı, allah kimselere vermeyeydi.

İlkokul bilmemkaçıncı sınıfta konu açıldı da öyle öğrendim olayın aslını. Epey bi direnmişimdir kesin "ya bi git manyak cahil cahil konuşma, uzuyor işte ablamdan iyi mi bilecen" diye. 

"Rezil ettin beni ele güne, bütün psikolojimle oynadın, tarumar ettin yarım aklımı, bak kaç yaşına geldim kendime gelemiyorum." derdim ama...

18'imde evlensem 5 yaşında çocuğumun olacağı yaştaydım. Ortaköydeydik. Her nedense denize bakıyorduk ki bu eylemi o zaman da çok anlamsız buluyordum, ortama ayak uyduruyordum. Bir arkadaşımın "deniz hangi yönde acaba?" diye sorması üzerine tereddütsüz "kuzey" dedim. Şaşırmıştım çünkü zat erkekti, -kadınların yer yön duygusu yoktur anırmasının sınırları dışındaydı- yıldız gezegen uzay muzay meraklı bi tipti, yıldızdan yön çıkarırdı ve denizin hangi yönde olduğunu bilmiyordu. E artık yuhtu, bıraksındı uzay muzay önce bi pusula alsındı... O da şaşırmıştı çünkü beni oradan tek başıma salsalar Beşiktaşa diye başlar Ankara-İzmir Karayolunun 50. km'sinde ortaya çıkabilirdim, benzer şeyler yapmışlığım vardı... Ama  artık bunda  da bilemeyecek ne vardı? Hayat Bilgisi dersinde, taptığım insanlardan biri olan örtmenim yönleri anlatırken yüzümüzü denize dönmemizi, na işte oranın kuzey olduğunu ve ona göre yönümüzü kolayca tayin edebileceğimizi söylemişti. Derhal denemiştim, yüzümü denize dönünce, evet ya, arkam güneydi, solum batı ve sağım da doğuydu... Demek ki deniz kuzeydeydi. Bunu bilemeycek ne vardı? Anlattım ben de cahillere ,dedim "işte çok açık, deniz kuzeyde..." 

"Ama Ortaköy Karadeniz'de değilmiş"miş... Denizin kuzeyde olması bir şarta mı bağlıydı yani? Peki ya benim inançlarım ne olacaktı? Siz benim örtmenimden iyi mi bileceksinizdi? Hayat ne kadar acımasızdı, atsa mıydım kendimi nerde olduğu belli olmayan şu kişiliksiz denize?
***
Neyse ki bir mutlak bilgiye ulaştım neticede. Mutlak olsun bizden olsun: "Rezil ettin beni ele güne, komple oynadın psikolojilerimle, tarumar ettin yarım aklımı, bak kaç yaşına geldim kendime gelemiyorum." diyemiyorum sana çünkü benim fabrika çıkış ayarlarım böyle. Sen bi ayar çektiysen şayet o kesin iyi bir şeydir. Neticede büyüğümsün, saygım sonsuz ama sevgim o saygıyı odunla kovalar. 
Ayrıca bitlensem bile sen kesin tiksinmezsin. Yatağına işesem de seversin. 

Küçükken odana işiyordum zaten, halının altına. Bak bu tuhaf ama di mi? Yoksa sen benim psikolojilerimle oynadın mı sahi?

Hiç yorum yok: