Mart 28, 2010

Ofsaytınıza başlatmayın, beni de aranıza alın!

İlgilenenleri yermek için demiyorum, bir derbi sonrası oturup bu gayeyle yazı yazacak kadar deli değilim. Gayem saikim çok şahsi, kendimle ilgili bir hakikate değinip gidecem : Genelde sıcakkanlı bir insanım ama spor ile aramdaki mesafeyi hep korudum. Ne aktif ne pasif ,bi türlü bir samimiyet kuramadım. İşin aslı çok da denemedim, az denedim.

Netice itibariyle aramız açık spor kardeşimle, küslük yok ama resmiyiz birbirimize karşı.

Lise yıllarında kızların dibi düşerken, okulun basketbol takımındaki genç irilerine bi gram ilgi bile duyamadım. Spora ve sporcuya karşıyım diyemem ama onlar olmasa da bal gibi yaşarım.

Hatırladığım bir can ciğer dönemimiz şu: Sanırım 4-5 yaşlarındaydım... Üzerinde bir harita, ortasında da bir futbol topu olan bir çift çorabım ve pembe bir tişörtüm vardı. Babam tişörtümdeki haritanın Meksika haritası olduğunu söylemişti, ben de MeksikaSpor’u tutmaya başlamıştım. Öyle bir takım olmadığını da, bir arkadaşımın Meksikaspor taraftarlığımla “yok Meksika İdman Yurdu, ehe ehe” diye dalga geçmesi üzerine, üniversite 3. sınıfta öğrendim. Sonra da yukarda bahsettiğim mesafe hepten açıldı.

Genel olarak sporla bu mesafede seyreden ilişkim, futbol sporu başlığında özel bir  hal aldı. Futbol sporu piyasanın göbeğindeki konumu nedeniyle, az biraz aklım ermeye başlayınca, beni büsbütün kaybetti. İçeriğini çok bilemesem de, genel politik duruşumla günümüzdeki varoluşuna fevkalede karşı gelebilirdim, ayrıca taraftarlık nedir tatmamıştım, bol keseden atardım. Yaptım. Hala da bu bağlamda çok acaip polemik yaparım.

Gün geldi, iş kapitalizm çağında endüstriyel futbol olgusundan çıktı... "Lig maçları" başlığı altında bildiğin bir gündelik yaşam olayı halini aldı… Bu noktada işler birbirine girdi, benim yarım aklım karıştı...
... 
İşte bu noktada kendimi bir MeksikaSpor taraftarı kadar yalnız hissediyorum.
....
Bir iki yıl öncesine kadar  bir futbol takımı kaç kişiden müteşekkildir bilmezken bir anda kendimi sarı lacivertli twiggy terliklerle buldum. Evlilik biraz da böyle birşeydi, sen beyinin tuttuğu takıma holigandın, o senin dediğin  partiye oy verirdi… Benim ruhum oldum olası taraftar olmaya yatkın olduğundan, içinde bulunduğum bu duruma çarçabuk ayak uydurdum. Ayak uydurmayı bırak "fenerlinin kralı benim" mertebesine kararlı adımlarla 1, bilemedin 2 günde erdim. Öyle ki “kill for you” ekibinden birilerine bi gün “baarsanıza len, fener marşı çalıyor burda kansızlar” diye böğürdüm. 

Gel gör ki yılların açığını kapatmak zordu, hadisenin en temel gerçeklerine dair bile bir fikrim yoktu. Kaleci hep kalede mi dururdu, ofsayt istemsiz bir kas hareketi miydi, rakibi kendi ceza sahasına hapsetmek yargısız infaza girmez miydi, Rıdvan BAĞKUR emeklisi miydi?

Meseleyi teknik detaylardan kurtardığımızda elbette bildiğim bir iki şey vardı. Örneğin, emindim, Fenerbahçe-Galatasaray arasındaki çekişme en az bir on yıla sari idi… Neden öyleydi, onu da bildiğimi sanıyorum: Bence bu ezeli rekabet aslen iki takımın sarı rengi paylaşamamasından ileri gelmekteydi. Sarı renk de bir şeye benzeseydi…
 ...

"Derbi" lafı artık benim için bir jilet markasından öte anlamlar ifade ediyor. Kelimeyi bu anlamıyla cümle içinde bile kullanabiliyorum: Keza bakın şimdi yapıyorum: Bugün Galatasaray-Fenerbahçe derbisi vardı. Fener "deplasman"daydı, Arda sakattı ama oynayacaktı fakat Emre "sakatlığı nedeniyle sahalardan bu maç da uzak kalacak"tı, Beşiktaş "maç fazlası"yla liderin bi altıydı, GS şeytanın bacaanı kıracak mıydı, babam böyle pasta yapmayı nerden öğrenmişti…

Herşeyi biliyordum, dileyene ofsayt nanesini kendi pozisyonumu yaratarak tatbik edebilirdim. Sırtıma gelen su şişelerini profesyonelce etkisizleştirir, topu ağlara gönderebilirdim...

Ama olmadı... Hiç şans verilmedi bana. Çok dışlandım.

Bir GS, bir BJK ve benimle birlikte iki FB taraftarı derbiyi izlemek üzere bizim evde toplanıldı. “Sonradan olan” bi bendim sanırım ama bu gayretimi takdir eden bir insan evladı olmadı. Çok kırgınım.

Derbi süresince parçaladım durdum kendimi, konuyla ilgili bildiğim her kelimeyi uygun anda kullandım, zerrece kabul görmedim.

Doğruya doğru, Sabri’yi boğasım var; çok çamur, pis, sinsi ve rolcü bence. “Kim saldı seni lan bizim ceza sahamızın içine, defol git” dedim bir ara, bi alkış bişi bekliyorum, kimse çıt çıkarmadı. GS’li zata serzenmiyorum, hadi tamam da, BJK’li arkadaş ve kocam olacak FB’li şahıs bence bir takdir belirtisi gösterebilirdi. Hadi hiç olmadı, bence sırf GS arkadaşı kıl etmek için bile, destekleyici bir "kıs kıs gülüş" allahın emriydi.

Sonra bi ara FB oyuncu değiştirecek, kameralar oyuna girecek dümbülde sabitlendi, şahsı tanımıyorum ve bence çok tipi bozuk bişeydi, “Daum’da da hiç kafa yok, bu çirkini ben olsam almam oyuna” dedim; topluca bir iç çekildi.

Arada Guiza bi yattı yuvarlandı, “uf be bi sakatlan da bari bi naneye yara” dedim, “yaa bana bir bira getirebilir misin” denilerek uzaklaştırıldım.

Sonra bi baktım, yedek kulübesinde Arda denilen pigme söylenip duruyor el kol sallaya sallaya, çok şımarık bir insan o bence, o ara eli dikkatimi çekti “aa alyans mı var onun parmağında!” demiş bulundum. Yemin ederim herkes duydu ama duymaza gelindim zımni bir anlaşma ile.

FB 70. dakikada Selçuk ile golü bulunca (ben golü göremedim, ali de GS’li bi misafirimiz var diye heralde sevinçten evi yıkamadı, mevzuyu geç farkettim bu yüzden) baktım Selçuk’un suratta “o neydi lan” der gibi bir hayret, “aha, o da hesap edemedi hareketin sonunu ha ben diyim” dedim. O noktada hepten bittim sanırım.

Sonra GS beyhude beraberlik golünü bekledi durdu... Milli piyango sanki. Kendi evinde tabi mağlup olursun bu kadercilikle he heyyyyt! (Bunları demedim. Rencide olmuştum toplum içinde, içimden konuştum.)

Arkadaşlar giderken son bir gayret “Erman Toroğlu Fatih Altaylı’ya nasıl laf koymuş ya ‘eski kabzımalım hıyardan anlarım’ demiş, ne adam ya, ehe hehe, hep okuyorum ben öyle sipor sayfası falan, ordan biliyorum” dedim. Meğer Erman malı o lafı hıncal uluca etmiş… Haddimi bilemedim, bok yedim... Kimseleri inandıramadım.

Çok dışlandım…
***
Bütün bu yaşananlar bir tek şeyi bir kez daha doğruluyor ki: Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
Arda pigme, Gökhan Ünal tipsiz, Selçuk at hırsızı ve Sabri de iğrenç bir insan… Yalan mı?

Adamların derdi başka... “Biz erkekler çok farklıyız, çok aklı açık ve bir o kadar da analitik bir cinsiz; futbol nanesindeki derin mananın, kusursuz taktiğin idrakına ancak biz erkeklerin sahip olabileceği bu dahiyane akıl varır! Ofsaytı oce rengi sanıyorsun bıt bıt konuşuyorsun, bi git! Ne seni dinlerim ne de ne dediğini iplerim” tavrı bu, yoksa hepimiz biliyoruz ki ben haklıyım. Şimdi ben aynı ortamda “ali şampiyon bence, bu ligdi migdi hikaye hepsi, yani benim bizzat kendi şahsi fikrimce” desem on numara olurdum. Bana hak vermek için sıraya girerlerdi. Futbolla ilgili konuştum ya, cadı oldum.

***

90'' standart koşturma, 5'' uzatma ve Cüneyt Çakır karşılaşmadaki son düdüğünü çaldı. Dev derbinin galibi Fenerbahçe oldu..

2 yorum:

hande dedi ki...

öğretmenim üzülüyoruz.

nande dedi ki...

üzülme evladım, ben beden hocanızla konuşurum.