Mayıs 31, 2010

İsrail Dibimizdeki Pislik de Siz Kimsiniz?

Basit iyidir fakat herzaman değil.
Yeri gelince yukarıdaki cümlede yer alan fakat sonrası kısma dair de belki bir iki şey söyleyebilirim. Fakat şimdi malum fakatın öncesiyle ilgili söyleneceğim.

İsrail askerleri, Filistin halkına yardım götürme uğraşındaki filoya saldırdı. Tepesine indiği ve içindekilerinin tepelerine bindiği gemi Türk gemisiydi. Nokta.
Olay bu kadar. Kısa iki cümle. Üçüncüsü cümle bile değil, bildiğiniz nokta; imla işareti olan.

Buraya kadar tamamsa, devam:

Bizim insanımız ne tuhaf yahu. Kendi ülkesinde okulda, işyerinde, hastanede, metrobüste; kısacası heryerde 7-24 anası bellenir alenen, bu basit gerçeği görüp ses etme basireti gösteremez de yukarıda adı geçen gerçek kabak gibi meydandayken olayı çok boyutlu düşünme hevesiyle değme stratejisti-orta doğu uzmanını koltuğundan eder, bu yolda saçmalamayı da entelektüalite zanneder.

Arkadaşım, yanlışın var, düşünmemek suç değil; kafan basmıyorsa sus.
Yok ama olur mu, cahili cahil cüretiyle; maksatlısı manüplasyon gayesiyle konuş babam konuş, sabahlar olmasın.

Biri tutar bilumum accountunda, bannerına "Gün gelecek öldürmediğim her Yahudi için bana küfredeceksiniz/ Hitler" notu düşer. Az biraz okumuşu, Hitler'in başına bir de Adolf eklemeyi akıl eder.
Tabii bu esnada Hitler mezarında ters döner "hay sizin kafanıza sıçayım, bu mudur anladığınız, s..tirin gidin adımı ağzınıza almayın" der. Irkçı olum adam, kendisi yerinmemiş bundan, sana ne oluyor bu saatte?

Bir diğeri, Arap milletinin kaypaklığından girer pisliğinden çıkar. "Herifler çorbayı eliyle içiyor baba, ne bok yemeye yardım derdine düştün, sanane" der. Herif sanki çorbalı eliyle seni pandikliyor! Sanane kardeşim, kim nasıl istiyorsa öyle yer yemeğini. İbrahim Tatlıses de viskinin yanında lahmacun yiyor, daha iri bi pislik var mı? Yok bence. Ama asıyor muyuz biz adamı? Ya da sen huzurlu evinden bir tıkla ota boka "ay kınıyorum, ay yapma huylanıyorum, ay iktidarı eleştiren bu vidyoyu hemen beğeniyorum, ay maden kazasında ölenlere acayip rahmet diliyorum" buyurup eyleme sıra geldi mi "ay ama neticede ben bu tarzı anarşik buluyorum" diyince "kaypak lan bu, alın aşşağı derhal" diye biniyor mu tepene madencinin torunu torbası?

Hayır anlamıyorum, derdin bu vesileyle iktidara serzenmekse, bir sor bakalım Recep Bey'e, İsrail Askerleri Konya Ovası'nda keklik avına mı çıkmıştı yoksa pijamaları çekip piknik mi yapıyorlardı. Bi sor yahu, çekinme, atmaca gibisin maşallah!

İnanmayacaksınız ama bir örnek daha var, bizzat ben kendim şahsen iki üç yerde rastladım ve anlamı kuvvetlendirmek maksadıyla ne kadar arasam da, rastlama eylemini abartacak başkaca bir birinci tekil pekiştirmesi bulamadım:
Herifçioğlu "Bizde Pkk ne ise İsrail için Hamas o." diyor. Yani İsrail dalmakta haklı, burdan onu anlıyoruz. Hadi be! Yaw güzel kardeşim, anlıyorsun madem internet deryasından, öyle koca koca laflar etmeden evvel bi "hamas" yazıp gugıla bari danışsaydın. Öncelikle Filistin'in ayrı bir ülke olduğunu, ardından bu fukaranın da bir ulusal meclisi bulunduğunu ve sonra da Hamas'ın bu meclisteki temsiliyet oranını bi öğrenseydin... Desteklersin desteklemezsin, ayrı mevzu, ama bok atma hevesiyle mevzuya bodoslama dalıp bunca cahillik etmeseydin, iyiydi! Hayır şimdi senin kafan mı karışık, için mi bulanık ben tespit edemedim.

O, kafada takke, bas bas bağıran, hu çekip ağlayanlara artık ne desem? Madalyonun bir diğer tarafı da bunlar... Ayıp olmuyor mu efendiler! Daha dün değil miydi insanları canlı canlı yaktığınız, yanık insan eti kokusuyla azdığınız? Made by USA Yeşil Kuşak projesinde az mı adam doğradınız? Cani ruhunuza bu ağlak tavır, nasıl desem, hiç yakışık almıyor.

Bak kardeşim, üşenme, bir dünya haritası aç, İsrail'i bul. Bulamadın mı... Ha tamam gugıl da olur. "Israel Map" yaz. Bak nasıl da mouseun ucuyla tıklanıp sol tuş bırakılmadan olduğu yere çekilmiş ve sabitlenmiş gibi değil mi? Üşenme bir de cetvel bul, bak ne düzgün ülke. Yine yerinden kaldıracağım seni ama gönye de lazım. Ölç bakayım o üçgenin içindeki üç açıyı. Hayret! Sanki sonradan yapılmış, de mi? Çarp bakıyım ABD buyruğu ile o üçgenin deniz tarafını...
Bak bakalım hadisenin çayla çorbayla ilgisi var mı?

Bir de, seni yoruyorum ama yorul bence artık biraz,  bir bak bakalım, bugün sen Yahudilere küfrederken yahut İsrail Hükümetini aklamaya çalışırken, İsrail'de Hükümeti protesto edenler olmuş mu?
Bulabildin mi?
Devam et devam, bulacaksın. Dillerinin ne kadar onurlu ve sert olduğunu göreceksin. Sorunun sadece cahillik ise şaşırıp utanacak; ruhunda beyinsiz bir kurt barınmakta ise "İsraildeki protestocular müslüman aslında" diyerek çamurlara yatacaksın.
 
Biz de anlayacağız.
Dibimizdeki pisliği biliyoruz da sizin kimliğinizi çıkaramadıydık; bu vesileyle anlamış olacağız.

Mayıs 29, 2010

Toki Bey çok müşkül durumdayım

Toki Bey,
Ben geçen gün sizi televizyonda seyrettim.
Daha önce sizi hiç görmemiştim. Bıyığınızı çok beğendim. Ne güzel bıyık o.
Bizi gül cemalinizden buncam zaman ayrı komanıza bir anlam veremedim.

Şimdi televizyonda bahşettiğiniz bir konu vardı, Allah dileyenin bütçesine kaynak yapıyormuş. Siz dilemişsiniz, olmuş galiba, öyle bir şey dediniz. Tam idrak olamadım, konuyu tam açmanız için istirham ettiydim bu mektubu. 

Şimdi ben çok müşkül durumdayım, bütçemdeki açık sürekli kaçıyor. O kadar tutum yapıyoruz ama akşama doğru karnımız acıkıyor. Hayır o değil sade, tüp de bitti.

Yani diyeceğim o ki, bi araya girseniz, bizim bütçeye de bir kaynak şey yapsak.
Okumuş insansınız, hayırlı bir vatan evladısınız, devlet büyüğümüz olarak bi el atsanız? Geri ödemesi var mı, işte efendime söyliyim o geri ödeme ille de bu dünyada mı, mesela diyelim 50bin aldık onu sevaptan düşebiliyoruz mu? Bi de Babamgillerin bir hayratı var köyde, bize bir avantajı dokunur mu acaba? Şimdi sizin demenizle bizimki bir değil tabi. Hani diyorum ki mesela öyle laf arasında durumu bi çıtlatsanız?

Yalnız Toki Bey, inanın çok müşkül durumdayız, görüşmede bunu da şey yaparsanız...

Müspet cevabınızı iştahla bekliyoruz.
Sağlıcakla inşallah.

Mayıs 26, 2010

Edindim. Edinmedim. Edinemedim. Edindim.

Bir kedi edindim. 
Çok mutsuzum çünkü o kediyi edinmeyi asla istemedim. Bitli midir pireli midir, dadandı balkona ve 18 günü geçti harp halindeyim.
İlkin kedinin dalabileceği koordinatları saptayarak o noktalardaki parmaklık aralarını kapattım. Nasıl kapattığıma gelince çok uzun hikaye fakat etkisi düşünüldüğünde, takriben "beton döktüm, duvar ördüm" şeklinde açıklayabilirim. Alaaaah, ben strateji diye buna derim; nasıl keyifliyim nasıl huzurluyum, sırf bu onurlu galibiyetimi kutlayayım ve aşağıda bahçede hırsla volta atan gıcık kediye "naber lan kedi, ezik gördüm seni" diye bakayım diye böyle bir iki günün sabaha karşılarını, şiddetli lodosa rağmen, balkonda karşıladım. Balkona uzanan erik ağacının dallarından tam olgunlaşmamış buruk ekşi erikleri koparıp koparıp o kedi mahlukatına karşı zevkle dişledim; bi kısmını yutamadım, ama çok önemsemdim.Çekirdeklerini ona doğru attım, isabet ettiremedim. Bunu da dert etmedim, neticede balkonda konumlanan bendim.
O günlerden bir pazar günü, balkonda çok kaşındım. Biti piresi aklıma gelmedi değil ama döktüğüm betona, çektirdiğim ezaya güvenerek "yok be ne kedisi, bahara karşı alerjik reaksiyon benimki" dedim. İnanmak istedim.
Ertesi gün, zaten kendi haline de bıraksan sıralama gereği kıl olan Pazartesi günü yani, sabahın köründe ne nane yemeye gidip balkona baktıysam... İtoğlu it kedi, dezenfekte ettiğim kilim üzerinde ağnanıyor. Sen bana bir geldiler! Bütün gün gugılda "kedi kaçırma", "kedilerden nasıl kurtulunulur", "kedi savmak" gibi aramalar yaptım. Verilmiş sadakam var, buldum. Motorsiklet kullanıcılarını da delirtmiş bunlar, işemek mi ararsın, kusmak mı ararsın elalemin motorunu mesken bellemiş bu domuzlar, tüm motorcu forumlarında bu türden tartışma, deneme ve sonuç bildirimleri var. İşe bak, hayatı zehretmiş ahaliye manyaklar. Eşkiya mısınız olum siz nevinden ammeci bir gaz da eklendi mi bana, nefis bir plan yaptım. Evvela çözümü not ettim: Naftalin, sirke, çamaşır suyu, karabiber, fesleğen ve böcek ilacı kokusuna gelemiyormuş bu şerefsizler.
İş çıkışı, beygir gibi koşa koşa yetiştim süpermarkete, kapanmadan. 2,5 lt çamaşırsuyu, 3 kutu naftalin, 1. lt de elma sirkesi aldım. Ha bir de en kedisavarından böcek ilacı... Bence en kralı kedisavar böcek ilaçları. Neyse akabinde tempoyu düşürmeden eve yettim; o hünerli ellerimle önce 2.5 litre çamaşır suyunu boca ettim, sonra sirke, ardından naftalinler için hazırladığım küçük tül keselere naftalinleri doldurup balkon parmaklıklarının dört bir yanına astım. Üstüne de bir kutu böcek ilacı sıktım her deliğe.
Sonra başım döndü, yoğurt yedim.
Sonra, işte bir haftadan fazladır naftalin kokusundan balkona çıkamadım. Sade kedi geldi mi diye bakmak için perdeyi araladım. He he, yoktu, hiç rastlamadım...
Sonra işte dün gece baktım, ordaydı.
Sonra işte allah ne verdiyse cır cır cırladım. Gitmedi göt oğlanı. Sonra su attım. Sonra kaçarken arkasından baktım. Anam o da ne, yatak odası penceresinin pervasından doğru giriyor bu it.
O pervaza sardunya saksıları dizdim. Anneme dedim, onu da geçebilir dedi. Bugün epey düşündüm, balonların içini su doldurup pervaza koyacağım. Hem barikat olacak, hem de o yavşak az inat etti mi patlayıp onu ıslatacak, sırılsıklam edecek; pataklayacak, savsaklayacak, sarsacak, kasacak, tutacak yakasından "ulan lan seni bana parayla mı verdiler lan ibnenin evladı" diyecek gözünü korkutacak.

Ağır hastasın, korkunç problemlisin, kedi! Ailen mailen yok mu lan senin, gitsene yanlarına, ruhsuz pezeveng! Kapıdan kovuyorum bacadan giriyorsun yüzsüz köpek! Hiç mi onur gurur yok sende psişik nalet! Hasta ettin olum beni:  Evin ocağın sönsün, gün yüzü göreme, Mart ayında sivrisinek şeysi dahi bulama inşallah! Alacam ama ifadeni, bok hayvan. Pireli civata, düdüklü makarna, inek arabası.

Kedi aleminin diğer elemanlarını tenzih ederim diyebilir bir insandım ama şu ahval ve şeraitten sonra çok değiştim. Hem tenzih ne be, kaybolsun derhal, serseri.

Normal de bir insandım, haybeye agresyon edindim, obsesyon edindim.
***


Hiç evlat edinmedim.
Sanrım daha da yapamam. Bana ters bu tip olaylar. Usul adap koyup bi yana bir sürü yerde , birden epeyce fazla kere, birden epeyce fazla naneye karşı katmerli asilikler etmişliğim bulunmakta; hiç şüphe yok ki edecekliğim de bulunmakta. Bununla birlikte, sanırım benim içimde bir de,  iflah olmaz bir muhafazakar yaşamakta.
***

Bunu edinemedim ya, sıfatıma tüküreyim.
Şu yaşa geldim, bakkal ve çakkal ahalisinin gözünde "ulan ne esaslı hatun lan" ve benzeri bir yer edinemedim. Sigara alcağım vakit "bana bi paket bıtbıt" diyorum. "Soft mu" denildiğinde "soft değil"; "box mı" denildiğinde
 "box değil" diyorum. Ne kadar dış belirlenimli bir insanım ve bakkalı çakkalı bunu ne kadar iyi biliyor.
Arkadaş benim ailem ben küçükken nerde hata yaptı?
Uf be!
***

Bir şey edindim.
"O şey" bir nedir, kim bilir?
"O şeyi edinme"nin kendisi muhakkak iyi bir şeye delalettir, o kısmı net.
"O şeyi edinme biçimi" ise tadından yenmez.

Yemeyin.
 ...
En kesin yargısıyla geçmişin di'li halinin "Bir insan edindimdir"denilebilir.

Denildi.
Dedim.

Mayıs 24, 2010

Üç ila Beşincinin Gözyaşartıcı Gayreti

 ...
Bursa Spor şampiyon oldu ya, helal olsun. Takımcak taşralılık, tazyikli azim, içli bir başarı öyküsü ve beni hepsinden fazla mest eden marksist futbolcusu Ivan Ergiç ile takdir edilesi bir vaka zannımca.

Yalnız sanıyorum ki bu sonuca gönülden sevinen bir ben varım bir de Bursalılar. (Bursa Sporlular bir kısım Bursalıdan ibaret diye biliyorum? Çok selam ederim.)

Daha evvel bahsettiydim, futbola karşı mesafeliyim. Eş durumundan bir Fenerlilik var fakat  o eş bile bu bağlılıktan son derece şüpheli. Sürekli olarak, beni olaya kapsamak, Fener'e bağlılığımı artırmak için başka takımlar hakkında "bunun antrenörü fetocu, öbüründe 3 tane ABD ajanı var, diğeri işgal yıllarında itilaf devletlerince kurulmuş, ötekisi uyuşturucu kaçakçısı, beriki adam smith çizgisinde" gibi türlü türlü ne idüğü belirsiz argümanlar üretmekte. Akıllı, bir de ben bu nanelere inanmış da esefle kınarmış gibi gözlerimi açıp "yapma ya" dedikçe hevesle uydurmaya devam etmekte.

Gerçi o da ne yapsın, doğduğu gün kulağına 3 kere "Fener" üflemiş ve son 45 yıldır herhangibir yerinde sarı-lacivert renkleri bulunmayan tek bir elbise giymemiş bir dayısı var. Ki bu dayı, beni istemeye geldikleri gün, hızla yüzükleri takıp yerine bile oturmadan babama "ee, siz hangi takımlısınız?" diye sorarak çapkınca göz kırpmış bir insan. Zavallı babam da gençliğinde üç-beş yıl boks yapmış ardından burnu yamulur kaygısıyla bırakmış ve futbol bir nedir tanımamış bir adam. Garibim heyecanlandı bu beklenmedik soru karşısında ve bir anda "Lefter" diyiverdi. Ortamda ses kesilip o sessizlik epey bir sürünce "Bir de Can Bartu" diye adeta inledi. Adamcağız "yeterince tatmin edici bir cevap veremedim, usulünce misafirperverlik edemedim" diye düşünüp üzülmüş olmalı ki, giderlerken malum dayıya kendi yetiştirdiği bir çiçek armağan etti: kaktüs. Damadın halasına da, tutacı ve sivri ucu ağır demirden bir madenci bastonu hediye etti. Şimdi fark ettim de, babam bahaneyle topyekün bir tehdit kompozisyonu yaratmış.  Ah benim ciğerimin köşesi, seni gıdından öperim.
 ***
Yalnız bu arada konuyu da şahane dağıttım, nasıl geri dönecem, nasıl sona gelecem belli değil.
***
Şampiyonluk diyordum, ordan devam ediyorum:
Yahu ne dolaplar dönmüş, ne filmler çevrilmiş; neticede koskoca futbol sezonu bitmiş, Bursa Spor şampiyonluk ipini göğüslemiş... E olayınız buydu, bi allan kulu da bunu konuşsun de mi? Yok anam, bir ben bir de Bursalılar kendi aramızda takılıyoruz. Hayır bana da ne oluyorsa, ben Bursa'yı Bayburt'la karıştırdığını, takımı şampiyon olunca fark etmiş bir insanım.

Fener cephesine bakalım: Aziz Efendi ona buna bok atıyor, yok Rüştüydü yok piştiydi... Fener taraftarı da Aziz efendinin yedi sülalesiyle ilgili fantazi üretiyor. Arada epey yaratıcı şeyler de çıkıyor.
Bence bu cephenin bu davranışı biraz olsun anlaşılır. Kılpayı şampiyonluğu kaçır ve şampiyonluğu kılpayı kaçırdığını şampiyonluk kutlamalarının 2. dakikasında fark et... Kolay şeyler değil, kabul etmek lazım.
Ayrıca komik de bir şey, onu da kabul etmek lazım.

Fakat 3. ila 5. sıra benim yüreğimi dağlıyor.
İkinci olanın, "ay kaydırma yaptım cevap anahtarına işaretlerken yaaa" ucuzluğunda bir bahane üretme gayreti hep olur. Vaka-i adiye sayılır, çok görülmez; bırakınız yapsındır. 10 numara saçmalıyor olsa da hiç olmazsa kendisiyle ilgili sayıklıyordur. Ottur boktur nanedir vs...

Fakat buradan aşşağıda film kopuyor. İkinciden sonra gelenler debelendikçe, böyle benim tüylerim dikeliyor, içim eziliyor.
Demek birinci sıradan uzaklaştıkça gerçeğe tahammül göstermek zorlaşıyor. Tahammül için kendini unutman; sıranı unutman için "birinci diye bişey zaten hiç olmadı ki" gibi davranman gerekiyor. "İkinciye kafam girsin bak gör nasıl düzelecek herşey" psikolojisi de heralde burdan bi yerden türüyor.
İşte bu acz benim içimi eziyor.
Haftalarca, şampiyonluk yarışında götünden ter aka aka beygir gibi koşanlar tuttuğun takımdaki delikanlılar, tribünde anım anım anıranlardan biri de sen değil miydin? Şimdi neden hadiseye bağımsız bilirkişi gibi bakıyorsun? Ya da arada Bayer Munich taraftarı oldun da bize mi haber vermedin?

Ah bu sorular sorular sorular...
Cavabı yok kahretsin, yok işte, tek bir cevabı yok!
Lakin...
Senin de bir kabahatin yok dostum, puslu bir kış akşam üstüsü, göğden ağır ağır süzülen bembeyaz bir kar tanesi kadar saf senin pıt pıt atan kocaman yüreğin...
İnan bana, sorun sende değil, sorun teşkil ettiğin derecede. Özünde iyi bir insansın, maneviyatın kuvvetli, tabiatın sevecen. Sendeki bu hasetlik kalıcı değil, bana güven.
Ama allahın belası hayat böyle, ne olur yıpratma artık kendini, toparlan, bak ağaçlar çiçek açtı, onu bırak erikler oldu, karpuz bile çıktı.
Hem bak çok samimi söylüyorum, sizin takım da fena değil. (Bir iki kıl tip var, onları tenzih ederim)
Yiğitçe çarpıştınız, onurunuzla şey yaptınız ve bir sürü başka şey daha...
Bir çok şeyler yaptınız son tahlilde.
Üzülme ve bunu unutma...
Bunu hep aklında tut ve hatırla...
Unutma; çünkü, ah, işte bu unutturma gayretin gözlerimi yaşartıyor.

Mayıs 22, 2010

Hunhar Hitabet

İnsan kendini bu maksada adasa, işi gücü bırakıp eve kapansa, 8 tane 70'lik devirip üstüne envai çeşit tabletler yuvarlasa da hunharca gerçekleştirebileceği eylem bir, taş çatlasın ikidir sanıyordum. Beher insan, bünyesinde türlü ayrı denklem içerirdi, az sıkınca çok yaratıcı olabilirdi de bu "hunharca" zarfı kıldı, her duruma eşlik etmezdi. Kıçını kaldırıp vardığı eylem birdi, ikiydi.

Hunharca cinayet işleniyordu; bildirirken içlendiren gazete haberlerinde çokça bu nadide zarfa başvuruluyordu.

Cinayet "hunharca" işlenince, TCK eyleme daha çok ceza veriyordu ama mesela başka hadisede 10 lira ile milyon arasında fark gözetmiyordu; Sekizyüz trilyonluk da karşılıksız çek keşide etsen hunharca ticaret eylemiş sayılmıyordun. Yani kıçını da yırtsan, adam madam doğramadıkça hunhar olamıyordun. Bir haddi bir hududu vardı, kişilikli ve seçiçi bir zarftı.
Tahsilim vardı, müfredattan biliyordum.

Bir de hunharca sevişiliyordu. Böyle sevişenler, hunharca yapılabilecek tek şeyin bu olduğunu sanıyor "hunharca"nın kelime anlamını da bu cümlenin gelişinden çıkarıyorlardı.
Okumuşluğum vardı, roman moman, ordan biliyordum.

Fakat buraya kadarmış.
Zavallı aklımın miadı 2010 Mayısıymış.
Olan biteni kavramak için vücudun omuz üstü bölgesindeki bi iki civatayı gevşetmek farzmış.

Şimdi hazırım ve sormak istiyorum:
Ne içtiniz siz?
Ne kullanıyorsunuz, samimiyetle merak ediyorum.
Yahu öldü insanlar be, var mı ötesi berisi, neyin polemiğini yapıyorsunuz?
"Kader de kader, kader de kader"
Tamam orasını anladık, medyada size düşman bi iki köşe yazarı var,  böylesi dramatik bir olaydan nemalanmak gibi aşağılık bir yola girmişler, bi naneneden anlamazlar, oturdukları yerden çay kahve içip konuşurlar; demokrasiye karşıtlık, maksatlı yayıncılık, darbe planlamacılık, yardım yataklık... Tamam ulan tamam!

Eee? Sonra?

Sonuç ne sonuç, sonra ne olmuş?
Ölenler diyorum, cennete mi gittiler, huriler nuriler, self servis açık büfe mi, ne?

Kıvrım kıvrım kıvranıyor insanlar, yalan da olsa "Yedik bi bok, bi dahakine önlem alırız" diyeceğinize "Kader bu kader. Dedim zaten dün ben, o kanaatimi aynen muhafaza ediyorum, ben herşeyi biliyorum, zıt düşünceyi sevmiyorum, tarzımı korumaya gayret ediyorum" ayakları yapıyorsunuz.

Ne yalan söyleyeyim, derin izler bırakıyorsunuz.
"Hunhar"ın kendisine " yok lan abartmayın, o kadar gözü dönmüşlük içermiyorum" dedirtiyorsunuz. 
Şimdiye kadar hunharca yapılmış ne varsa, hepsini tahtından indiriyorsunuz.
"Hunharca" zarfını, olduğuna olacağına pişman ediyorsunuz.

Mayıs 20, 2010

Budur: basbakan_mahrem_carpicitepisme.jpg

Fotoğrafı internette dolaşıma soktuk efendim. Çok tıklansın diye de dosyanın adını "basbakan_mahrem_carpicitepisme.jpg" olarak değiştirdik.

Aferin evladım. O sağdaki el kimin?

Hangisi efendim?

Şu amelenin omzundaki? Benim mi o?

Yok efendim, haşa, arkadan sarılmışlar. Baksanıza üstünüz başınız tertemiz apak.

Ha, yani sarılmadım, biliyorum. İndipendıtı naptınız?

Görüştük efendim. Valla son anda yetiştik ama hallettik. Başta mırın kırın ettilerse de "tüm gemilere Tayland Kralı Bhumibol Adulyadej haciz koydurdu, 3 gün içinde Hazar Denizi'nde satışa çıkacak gemicikler" diyince yola geldiler. Açıklanan zengin liderler listesinde yok yani adınız.

İyi olmuş, aferin. Tayland Kralı nedir peki?

Valla biz de bilmiyoruz. Attık öyle bişi ama varmış meğer. Hatta indıpendıtın listesinde en zengin lider görünüyor. Görünce biz de şaşırdık. Tesadüf işte.

Neyse, şimdi sen bu fotodan kaliteli bi çıkış al, çerçevelet, törenle samimi olduğum ameleye verelim. Elimi öpmeye filan kalksın, ben öptürmeyeyim, candan bi itiş kakış el ense ortamı yaratalım. Sonra bana çorbacıda çorba ısmarlasın, benim param çıkışmasın, o ödesin.

Hangi ameleye efendim?

Elimi omzuna attığıma.

Ama o el sizin değil ki.

Değil tabi dangalak. Sen dediğimi yap.

Peki efendim. Başka bir emriniz yoksa ben müsadenizi istiyim.

Yok yok, çık sen. Ben de bi iki madenci şiiri ezberliyim.

Bir Koku Alıyor musunuz Sayın Başbakan?

Sayın Başbakan, oldu mu şimdi bu?
1 Mayıs'taki şeytani taktiğinizle ayak takımının gönlünü kazanmışken, bu talihsiz açıklamanız zora sokmadı mı şimdi cümlemizi? Hay allah, al başına belayı. Hayır olur olmaz konuşup duracaklar; yazanı, çizeni, gıdaklayanı, havlayanı... Tam da referandum üstü. İşin yoksa uğraş dur.

Ya ben anlamaz mıyım sizi, eli yüzü kapkara bir sürü adam, yol yorgan bilmez anası danası, sümüğü burnunda kurumuş kızı kızanı torunu torbası toplaşmış dövünüp duruyor, yer deseniz allan dağı... Yorgan mı ne? Hani işte yol yorgan denir ya, usul nizam muadili... Ah tabi tabi yordam... Kafa mı kaldı efendim, inanın anlattıklarımdan kendim tiskindim anlatırken. Hayır midesi almaz insanın bir kere, haklısınız, ama keşke az biraz daha dişinizi sıksaydınız, o lafı zikretmeseydiniz.

Şimdi ne kaderciliğimiz kalacak, ne işçi düşmanlığımız... Özelleştirmeden girecek toblerondan çıkacaklar. Ha pardon, taşerondan çıkacaklar... Dillerine bi doladılar mı  lak lak lak, susturabilene aşkolsun, maşallah pabuç kadar dil var topunda. Velhasıl kafa şişerecek, can sıkacaklar tam da morotoryum öncesi... Hay  ağzımdan yel alsın, ne morotoryumu efendim, referandum diycektim... Ne diyordum, zamanlama tatsız oldu yani başka zaman olsa kim takar, bizim toplumda gram hafıza yok biliyorum. Ha hah ha, hatta anasına sövdüydünüz bir ara da o ara hangi ara şimdi sorsanız bir tanesi hatırlamaz. Yok canım, fikrinize katılmıyor değilim elbette, öyle ifade ettiysem mazur görün, bittabi ben de aynen sizin gibi düşünüyorum. E giriyorsan o madene al kardeşim önlemini. Bi okunmuş prinç yut, donuna monuna bi iki muska iliştir, hadi hiç bişi yapamadın iki sure oku... Ha hem bunları yapmıycan hem ölmek madencinin kaderi diyince alınacan. E olmaz tabi, nankörlük. Aınmaca darılmaca yok kardeşim, sizin kaprisinizle mi uğraşacak koskoca Başbakan? Bir naneye yaradığınız mı var ki iki sene önce ölünce kıyameti koparıyorsunuz, köylü kafalılar koskoca Başbakanla bir iki yılın pazarlığını yapıyorsunuz. Ha? Ha pardon Sayın Başbakanım, tamam sustum, yani ben öyle hidetlendim ki, ondan öyle kaptırdım gidiyorum. Efendim? Gayet tabi gayet tabi, derhal...

Alo, kızım şu gasteyi ara bizim muhabiri yollasınlar; ha bir de meclis kuaförünü ara, yastık mı mastık mı işte ne diyorsanız o gözü kaşı boyadığınız şeyleri toplasın gelsin. Bi de tepesi ışıklı sarı takkeler var ya... Tepsi değil tepesi tepesi... Alık mısın yavrum sen az, duymadın mı hiç? Işıklı takke ya, hani işçilerin giydiği...Ne? Baret mi? Aman her ne naneyse. Bul getir işte birtane. Hasbinallah ve nihayettin.

Herşey tamamdır efendim. Valla sıyırdık paçayı, allah sizi başımızdan eksik etmesin.

Yalnız Sayın Başbakanım, valla fikir dahiyane de, merak ettiğim bir husus var izninizle, ta Zonguldak'a kadar gitmişken bi işçiyle neden çektirmediniz yanak yanağa bir foto? Haaa, e tabi, bişey sanmasınlar kendilerini, çok haklısınız. Nee? Ay bi de kokuyorlar mıydı?
E ama siz taa geçen yıl buyurmuştunuz;ayaktır, kokar.
...
Sa...Sayın Baş... bakan... Bir koku alıyor musunuz?
Boğucu bir koku.
Soğuk.
Nefessiz bırakıyor insanı. Bir cam mam açmalı...

Fakat nafile, dışardan geliyor bu. Gülsuyu mülsuyu bişi getir kızım, bayıldık burda...

Ölü mü dediniz? Ölü kokusu mu bu? Ben ölü görmedim ki hiç, nasıl kokar Başbakanım? Başbakanım benim bıyığım terleyeli ne kadar oldu ki, benle ölüm arasında bir asır var, ben nerden bilebilirim ki?

Yalnız bu ölü kokusu boğucu.
Kızım nerde kaldı gülsuyu?
Ağırlaşıyor gitgide, oturdu yutağıma.
Sanki ölüler yapıştı yakama.
Kızım gülsuyu?
Kızım ner...

Mayıs 19, 2010

VOLVERAN! (ve ABD, senin yatacak yerin yok)

ABD, özelleştirme ve balkona dadanan kedi nedeniyle son haftayı "bir insan nasıl katil olur" sorusuna son derece tatmin edici sayısız cevap bularak tamamladım.

Yenilik arz eden konular, özelleştirme nanesi ile balkonuma dadanan bitli kedi. Ama onları şimdi anlatmayacağım.

ABD meselesindeyse bir yenilik yok aslında. Ama bunu şimdi anlatacağım.
Takip edebildiğim kadarıyla ne yeni bir ülke işgali var, ne atla arpayı dövüştürüp "aa hiç yakışıyor mu güzel güzel oynasanıza, bak ayırırım sizi" taktiğinin yeni bir örneği... Bu sessizlik de hayra alamet değil ya, yakında çıkar kokusu...

Dediğim gibi, ABD, hernekadar bu son bir hafta içinde '0' km bir vahşet olayı yumurtlamamış olsa da, ben yine de çok sinirliyim kendisine. Evvelki icraatlarının hatırlanması bile yeterince çileden çıkartıcı olabiliyor, zira adamlarda stok muazzam.

Stoğa el atıyoruz, korkunç bir riya ve vahşet hikayesi çıkartıyoruz.
Başlıyoruz:

Yaklaşık 12 yıldır ABD'de tutuklu bulunan 5 Küba vatandaşından biri olan Ramon’un eşi Elisabeth Labañino 18 Mayıs'ta Türkiye'ye geldi. 12 yıldır eşini çok çok 12 defa görmüş, 12 yaşındaki çocuğu babasını hiç tanımamış bir kadın. Elisabeth bu konudan bahsederken Gerardo ve Rene'nin 12 yıldır eşlerini ve çocuklarını hiç görmediklerini ve ABD'nin koyduğu bu görüşme yasağının halen sürdüğünü belirtmeden edemiyor. Bu bilenmiş naiflik insanın canına okuyor.

O anlattıkça bilgi tazeleniyor, meselenin insani boyutu tazelenen bilgiyi sarıp sarmalıyor, kan beyne zıplıyor, insanı "Kendisine sayısız kez tecavüz eden amcaoğlu ABD'yi (234) kulağından içeri kızgın yağ dökerek öldürmek suçlamasıyla gözaltına alınan" genç kadının cinnetini anlamaya yakın koordinatlara sürüklüyor.

Duygu patlamalarını bir kenara koyarak anlatmak anlatmak anlatmak gerekiyor.

Çok kısaca özetlemek gerekirse, beş Kübalı, Küba karşıtı terör eylemlerinin merkezi olan Miami'de ülkelerine karşı planlanan terörist faaliyetler konusunda bilgi toplamak amacıyla ABD'de bulunmaktaydı. Ulaştıkları verileri hükümetlerine bildirdiler ve Küba da bu verileri ABD hükümeti ile paylaşarak kendi sınırları içersindeki bu faaliyetler konusunda önlem almasını istedi.
Sonuç mu? 
Şöyle:
Vay efendim öyle şey olur muymuş?
Küba da amma atıyormuş, bütün bunları da nerden çıkarıyormuş?
Yahu bunlar resmen içişlere burun sokuyor, ülkeye ajan sızdırıyormuş!
Du bi dakka, bu casuslar bizim şu beş Kübalı olmasınmış?
Aha, valla da onlarmış, bu halde kendilerine her tür işgence müstehakmış.
Ayrıca çete denilen o saygın insanlar aslında özgür Kübalılarmış ve haklarında iftira etmek çok ayıpmış, şu adalılar ne geri kafalılarmış, medeniyetten de şuncacık nasibini alamamışlarmış...
***
Sadece yargılamanın başlaması 17 ay sürdü ve hapisane hücrelerinde "tutuklu" olarak geçen 17 ayın ardından, Miami'de nihayet başlayan yargı sürecinde Küba Beşlisi sayısız kez Miami'de yapılacak yargılamanın tarafsız olamayacağının altını çizdiler. Dikkate alınmadılar. Hatta bir ara jüri üyelerinin de canına tak etmiş olmalı ki, mahkemede, tehdit aldıklarını belirttiler, etkisi olmadı. Muhalif hakimlerin "Mahkeme yerinin değişimi için sunulan kanıtlar muazzamdı" değerlendirmesi tutanaklara geçti ve fakat hepsi bu...Yargılamadan toplamda 4 müebbet ve 77 yıl hapis cezası çıktı.

İlginç olan, Küba Beşlisi "Casusluk" suçlaması ile yargılanamadı. Çünkü Pentagon'da en üst düzeylerdeki istihbarat yetkililerinden biri ilgili belgeleri inceledikten sonra bu bilgilerin herhangibir askeri-ulusal gizli bilgiyi içermediğini ifade etmek durumunda kaldı. 3 emekli Kara Kuvvetleri generali ve bir emekli amiral de mahkemedeki tanık ifadelerinde aynı yönde beyanda bulundu.
"Casusluk için Komplo kurmak" la suçlandılar.
Evlerden uzak, casusluk için komplo kurmak casusluğun kendisinden bin beterdi. Bugün komplo kuran yarın neler kurmazdı?
Silahsızdılar.
Ama ne farkederdi? Bu ucubelerin silaha ihtiyaçları varmıydı ki? Bunlar su altında 58 gün nefessiz kalabildikleri gibi bi-iki ıkınma ile kulaklarının hemen arkasında yer alan kırmızı gözlerinden zehirli oklar atabilmekteydi.
Ayrıca Kübalı olmaları, ülkelerini savunmaları, dahası -dilim de varmıyor o uğursuz adını demeye ya- sosyalizm fikrinin kanlı canlı-elli ayaklı örneklerini oluşturmaları, kellelerini o bedenlerden ayırmak için yeter de artardı; artanıyla Fidel'e bi suikast filan planlanırdı.
Yok ama ya, ölmeleri çok da amaca uygun olmazdı. Bunları kafese koyup ibret-i alem için köy köy gezdirmeli, Küba "tamam söz özgürleşiyorum derhal" diyene kadar da, bi gram taviz verilmemeliydi. Değil avukat, ailelerini dahi görememelilerdi, zaten bu imansızlar aile kavramının da içine etmişlerdi, bu onlara revaydı ve amaca giden her yol mübahtı.
***
Küba Beşlisini casus ilan etmeye yetmeyen bilgi ve belgelerin pek çoğu Küba karşıtı çetelerin terör planlarına işaret etmekte, hadisedeki CIA parmağını anlamak için 3 yaş ve 4 iq kafi gelmekteydi. Bu konuda kılını kıpırdatmayan ABD ya gerzekti ya da iblisin kendisi...

***
Konu ile ilgili avukat bir arkadaşımla sohbet ederken "ne coğrafya ne de tarih açısından bu kadar uzağa gitmeye bile gerek yok. Baksana Ergenekon Davası'na, hukuksuzluğun eşkiyalığın bini bir para" dedi. Haklıydı ama bir fark vardı. Bizim ülkemizde, kendi elleriyle kendi vatandaşına bu terörü uygulayan hükümetin kendisiydi; Küba Hükümeti ise Beşlinin maruz kaldığı hukuksuzluk ve vahşilik karşısında, vatandaşları için dünyayı ayağa kaldırmaktaydı .

***
Kabalaştırdığımı mı düşünüyorsunuz? Belki biraz, ama sadece "anlatmak" eyleminin doğasındaki doz kadar... Doz aşımı anlatım üslubumdan değil olayın kendisinden kaynaklanıyor. Binlerce detay var ve tüm bunları yazabilmem imkansız*. İki nedenle: Birincisi gerçekten binlerce detay var... İkincisini ise Naom Chomsky demiş zamanında, ona katılmaktan daha etkili ifade edemem: "Küba Beşli'si ile ilgili öyle bir skandal yaşanıyor ki üzerine konuşmak çok zor."

***

Dünya çapında, aralarında nobel ödüllü çok sayıda aydın, sanatçı, yazar olmak üzere milyonlarca insan, ABD'de yargılamanın yapıldığı mahkemeye bağlı çalışan hukukçular olmak üzere binlerce hukuk insanı, hukuk örgütü, onlarca ulusal meclis Küba Beşlisi ile ilgili olarak gerek hukuksal sürece müdahale gerekse politik baskı anlamındaki çalışmalarını sürdürüyorlar.

Beşli'den Gerardo Hernandez Eylül 2008 tarihli mesajında şöyle diyor:
"... Onlara kalsa herşey olduğu gibi kalır, ölüm beni iki müebbet hapisten kurtardıktan sonra kemiklerim Küba'ya gönderilirdi... Biris yakınlarda ''Yüksek Mahkeme şimdi son sözünü söyledi'dedi. Ben olsaydım 'sondan bir önceki söz'derdim. Küba Beşlisi davasında son söz sizlere, Küba'daki, ABD'deki ve dünyanın heryerinde bulunan, geçen bu yıllar boyunca cesaretimizin kaynağı olan kardeşlerimize dayanıyor. "

2009 yılında Ramon, Antonio ve Fernando yeniden yargılanarak cezaları kısmi indirimlere uğradı. Bu gelişmede sözü edilen desteğin payı büyük.

Beşli'den Ramon’un eşi Elisabeth, Küba karşıtı çok sayıda adi suçluyla birlikte tutulan eşinin can güvenliğinden kaygı duyduğunu belirtiyor ve içini rahatlatan tek şeyin dünya çapındaki yoğun destek olduğunu ifade ediyor. Çünkü 3 kişilik jüri heyetinin "Mükemmel Kasırga" olarak adlandırdığı davada, bu kasırgayı alevlendirecek provokatif bir adım atmak, artık ABD'nin pek de işine gelmiyor. "ABD cezaevlerinde görüldük şey değilmiş, binlerce mektup alıyorlar ve bu destek dahi, eşlerimize manevi güç vermenin yanısıra, düşmanlarında da şaşkınlık ve temkin yaratıyor" diyor Elisabeth.

Yılda bir eşini ziyaret edebildiği için şanslı sayılan Elisabeth, ziyaret esnasında birbirlerine dokunmalarının yasak olduğunu söyüyor bir soru üzerine. Bir bunu söylerken gözleri doluyor. Bu bilenmiş naiflik insanın canına okuyor. Dinlerken aklı tazelenenlerin gözleri Elisabeth'ten daha çok doluyor, ama gözlerinden daha çok doluyor içleri öfkeyle ve öfkeden daha çok doluyor yüreklerine umut...
Geri Dönecekler!
VOLVERAN!
--------------------------------------------------------------------------
Vahşetin kural olduğu ve kanıksandığı bu dünyada vahşetin kendisi çok da hayret uyandırmıyor haliyle... Zaten mesele, vahşetin karşısında takınılan onurlu tavır, küçücük bir ada ülkesinin ve o ülke insanlarının onurlu asilikleri. Kendilerinden emin kafa tutuşları, mücadeleleri... Hem de SüperGüce karşı, olacak iş değil gibi...
Deliler mi dersiniz?
Bacak kadar boylarıyla kime mi güveniyorlar?
Bize...
Biz de onlara...
Sadece insan kalmak; onur, hakkaniyet, adalet gibi değerlerimizin bu boktan dünyada yitip gitmesine izin vermemek için bile Beşli'ye ses vermek gerek. Bu ne Küba Beşli'sine, ne Küba'ya ; bizim kendi insanlığımıza olan borcumuz.

ABD'ye bi çimdik atmak, Beşli'ye ses vermek istersiniz belki:

Gerardo Hernández                                    
No:58739-004
U.S.P. Victorville
P.O. Box 5300
Adelanto, CA 92301
USA

Antonio Guerrero
No: 58741-004
USP Florence
P.O. Box 7000
Florence, CO 81226
USA

Ramon Labañino(Luís Medina)
No:58734-004
U.S.P. McCreary
P.O. Box 3000
Pine Knot, KY 42635
USA

Fernando González (Rubén Campa)
No:58733-004
F.C.I. Terre Haute
P.O. Box 33
Terre Haute, IN 47808
USA

René González
No:58738-004
FCI Marianna
P.O. Box 7007
USA
Marianna, FL 32447-7007
USA
----------------------------------------------------------------------------------------------
*Merak ve ilgi uyandıysa bi zahmet şurlara zıplayın:
Küba Beşlisi Resmi Sitesi 

Mayıs 03, 2010

01.05.2010-Teşekkür, Özür, Arz ve Talep Ederim.

Vaktiyle çeşitli coğrafyalarda canımız pahasına hak arayarak kazandığımız hakkı 2010 1 Mayıs'ında kullanmamız karşısında bizi dövmemek konusunda takındığınız müthiş hoşgörülü, nefis organizasyoncu ve harikulade "ben yaptım oldu"cu tavrınız nedeniyle siz sayın delikanlı abilerime baştan aşağı teşekkür ederim.

Bu işsizlik devrinde zat-ı alime bir iş bahşettiğiniz için, vaktiyle çeşitli coğrafyalarda canımız pahasına hak arayarak kazandığımız 45 saatlik haftalık çalışma nanesine boşvererek, anamdan emdiğim süt burnumdan gelerek haftada 180 milyon saat çalışıyor olabilme özgürlüğünü şahsıma tanımış olmanız sebebiylen müteşekkir olur, pamuk ellerinizden öperim.

"Evet"in rengini ulusal kanallarda bi anons ediverirseniz size zahmet, referandumda o renk oy veririm. Siz ki ne biçim sözünüzün erisiniz, valla büyük konuşmayım ama ben daha beterim. Çok teşekkür ederim, arz ederim.

Bu gecikmiş teşekkür için de özrü bir borç bilirim.
Kendimi affettirmek için herhangibir işçi direnişini sabote etmek olsun, işte nerden bilim bi ergenekoncu gammazlamak olsun,hiç olmadı mahallede camiye her ay düzenli bağışta bulunmak olsun her tür vatani göreve hazır olduğumu yüksek makamlarınıza baştan aşağı sunarım. Yalnız mahallede 14 cami olduğundan cami adı belirtirseniz sevinirim, özür dilerim.

Sağlığınıza sıhhatinize dua eder, büyüklerimin ellerinden öperim. Siz baştan aşağı büyüksünüz, haşa, bu yüzden küçüklerimin gözlerinden öpemediğim için ayrıcana ve çok şiddetli bir özür daha dilerim.

Beyan eder, arz ve talep ederim.